Edinburgh Festivali veya İrlanda müziğinin dayanılmaz cazibesi diye duraksarken, sonunda bugün sinema ve eleştiri konusunu yazmaya karar verdim. Son günlerin parlak filmleri ve haklarında yazılanları düşününce...
Gerçekten de, yaz rehavetini aşarak hızlı başladı mevsim... Başlangıç, Ciddi Bir Adam gibi filmleri üstüste izlemek bir şans. Başlangıç için kendi yazdığım yazıdan tatmin olmuş değilim. Reklamlara seçilen cümlelerim dahil... Aslında kimsenin yazısını beğenmedim. Öyle filmler ki bunlar, bazen bir sanatçının uzun yıllarının ürünü. Öyle tek bir izleyişte kavrayıp değerlendirmek mümkün mü? Ama hepimiz yapıyoruz. Allah taksiratımızı affetsin!...
Ama en azından çoğumuz bu filmin öneminde birleştik. Oysa hiç birleşmediğimiz öyle çok örnek var ki... Örneğin sadece SABAH'ta kimi zaman ayni film üzerine çok farklı yazılar çıkabiliyor. Öyle ki, okur acaba ayni filmden mi söz ediyorlar diye sorabilir!... Yakın zamanda bir okurum bana "Yıldızlarınız niye o kadar farklı olabiliyor?" diye sormuştu. Ben de "Hepimiz aynı yıldızı versek o tablonun bir anlamı olur muydu?" demiştim. Aslında bu farklılık, bu çeşitlilik güzel. Film gibi yoğun ve karmaşık bir sanat ürünü için tıpatıp aynı şeyler söylenip yazılabilir mi?
Yine de kimi temel ayrımlar var. Özellikle kuşak farklarından kaynaklanan... Örneğin bizler 'tür sineması' döneminde yetiştik. Fransızların ünlü deyimiyle 'cinema de genre'. Ki İngilizcede de aynen korunmuştur. Yani filmler, işte komedi, dram, melodram, kovboy, korku, gerilim, casusluk, savaş vb. türlere ayrılır. Hepsinin kendine göre kuralları vardır ve seyirci sinemaya giderken ne göreceğini aşağı-yukarı bilir.
Yargılarımız biraz da bu ayrıma tabi olurdu. Yani, güldüren bir komediyi, ağlatan bir melodramı, geren bir gerilim veya casusluk filmini, olayın dehşetini veren bir savaş filmini iyi film sayardık. Vaad ettiklerini verdikleri için dürüst, ayrıca türe kattıkları yenilikler oranında da önemli sayardık onları...
Ama genç kuşaklar pek öyle bakmıyor. Belki de iyi ediyor: bakışlar zaman zaman değişmeli, açılar yenilenmeli. Ama onların da kendilerine göre şartlanmışlıkları ve kategorize etme huyları var. Benim görebildiğim kadarıyla, yeni seyirci, ama özellikle eleştirmen kuşaklarında iki temel eğilim var. Biri, sinemaya sırf bir haz, bir keyif nesnesi olarak bakmak. Diğeriyse, tam tersine hazzı adeta yasaklamak, katı bir düşünsel ve entelektüel bakışı egemen kılmak.
Bence iki bakış da tam olarak doğru değil. Doğru olan, belki de bu iki tavrı belli bir senteze ulaştırmak olurdu. Yani, elbette bir entelektüel tavır, ama seyircinin keyif alma hakkına da asgari bir saygı. Unutmamalı ki bu ikilemi bizler de yaşadık. Hollywood tarzı bir tür sinemasının lati-lokum tadındaki ürünleriyle keyif çatarken, yine Fransızlar geldi ve ünlü 'auteur teorisi' (yani yaratıcı-yönetmen kuramı) ile düşlerimizi allak- bullak edip, sinemada eğlencenin dışındaki gerçek yaratıcılık sorununu işlediler. Ve yönetmeni adeta kutsallaştırdılar.
Ve ondan da yepyeni bir sinema doğdu: Yeni Gerçekçilik'ten Yeni Dalga'ya, Özgür Sinema'dan Genç Alman Sineması'na, Asya sinemalarından İran sinemasına... Ve de günümüzün özgür, yaratıcı, gözüpek Genç Türk Sineması'na... Hepsini savunmak da yine eleştirmenlere düştü. Ama, tekrar edeyim, sinemanın sanat olma yanında büyük bir kitle iletişim, ticaret, sanayi ve eğlence alanı da olduğu gerçeğini unutmadan, geniş kitleyi ürkütüp korkutmadan, salonlardan kaçırmadan... İşte yapılması gereken.