Geçen hafta içinde, "İstanbul 2010 Kültür Başkenti için" özel olarak yapılan dev bir laterna, Yeniköy'deki Aya Paraşkevi Rum Ayazma'sında ilk kez gösterildi. Ve bu kentin geçmişiyle içiçe olan bu ilginç müzik aleti, Rum patriği Bartholomeos tarafından bizzat çalındı.
Laternayla ilişkili eski bir yazımı hatırladım, hayal-meyal... Arşive girip buldum. (O yazıyı hazırlamakta olduğum bir kitabıma alacağım.) Bizlerin bir zamanlar Nevizade Sokağı üzerindeki Lefter'in meyhanesinde dinleyip tanıdığımız bu enstrüman, artık unutuldu. Oysa o, tıpkı bir zamanlar Çiçek Pasajı'nı çınlatan madam Anahit'in akordeonu gibi, İstanbul tarihiyle özdeşti.
Bunun adı, elbette nostalji. Yani kayıp bir çağın özlemi. Ama kendi adıma, kör bir nostaljiye hiç inanmadım. Nostalji ancak akılla, mantıkla birlikte yürüdüğünde, gelecek için işaretler verip yollar çizdiğinde yararlıdır. Yoksa herkesin anıları kendine...
Laternayı, eski meyhaneleri, İnci pastanesini, Markiz, Rejans veya Degüstasyonu, Emek veya Alkazar sinemalarını koruma kaygılarımız da, böyle bir düşünceden kaynaklanıyor.
Bunların gerçek anlamının, temsil ettikleri uygarlık düzeyi ve yaşam lezzetinin hem bugünün gençleri tarafından da bilinmesinde yarar gördüğümüzden... Hem de bunlardan bugün bile somut ve pratik biçimde yarar sağlanabileceğine inandığımızdan...
Sinema salonlarına dönersek, insanların artık AVM veya mültiplekslere gittiğinden, bireysel ve büyük sinemaların ticari şansı kalmadığından söz ediliyor. Ama bunları farklı biçimde kullanmayı kimse akıl etmiyor. Beyoğlu, İstiklal Caddesi gibi adeta ortasından bir genç insan nehri akan bir yörede, bu salonlarda neler yapılmaz ki... Örneğin pop müziğin patlama halinde olduğu, hergün yeni bir albümün, yeni bir şarkıcının çıktığı günümüzde, bunları gençler için konser mekânları olarak kullanamaz mısınız?
Ben çoktan kapanan Saray'da sayısız dünya sanatçısını, Atlas'ta Adamo'yu dinlediğimizi, Emek'teki Barış Manço konserlerine çoluk-çocuk gittiğimizi hatırlıyorum. Her genç müzisyen Açıkhava, Küçük Çiftlik, Lütfi Kırdar veya Arena gibi dev mekânları dolduramaz ki... Buraları gündüzleri film, geceleri müzik, şov veya tiyatro için kullanabilirsiniz.
Paris'in yıllardır açık olan Olympia, Bobino, Moulin Rouge, Folies-Bergeres, Pleyel gibi konser ve rövü salonları gibi tıpkı... Ayrıca Elhamra, kapalı duran Yeni Melek gibi salonlar da buna uygun...
Gelin, elele verip düşünelim, taşınalım. İlgili bakanlık ve belediyeler de kolları sıvasın. Bu salonları bir kez yıkarsak, yerine aynısını yapamayız.
Oysa hep birlikte çabalarsak, Beyoğlu'nu gerçek bir sanat ve kültür merkezine, bitmeyen bir şölen mekânına çevirebiliriz. Bundan güzel bir hayal olur mu?