Son günlerde Harry Connick konseri ve tiyatro festivalindeki olağanüstü Japon oyunu Elektra sayesinde, kaç zamandır merak ettiğim iki yeni yapıyı ilk kez gördüm: yeni Harbiye Kongre Merkezi ve de yeni Ertuğrul Muhsin tiyatrosu.
Öncelikle, kongre merkezi gibi devasa bir salonu kente kazandıranları kutlamak gerekir. Bu da tıpkı Dalan'ın CRR'si gibi çok kısa sürede başarılmış bir iştir. Elbette ne bu salona da, ne Ertuğrul Muhsin sahnesine bir itirazımız olamaz. İkincisinde, ara geçişler konmayan upuzun koltukların arasında da yeterli mesafe bırakılmamasından gelen sıkışıklık dışında...
Ama ya fuayeleri? Yerin iki kat altındaki kongre merkezi fuayeleri geniş, ama tavanları çok basık. Tiyatroda ise tavan yüksek, ama bu kez alan çok küçük. Nerede o eski tiyatronun upuzun, ferah fuayesi?
Daha ötesi, bu modern yapılarda daha dışardan başlayarak insanı kucaklayan, sıcak, özgün ve fark yaratıcı birşeyler yok. Öncelikle o taş ve beton merakı. Bırakınız, eski tiyatro ile Orduevi arasındaki o küçük, ama sevimli parkın tümüyle yok edilmesini... Yeni binaların önünde koskocaman uzanan o devasa terasta da ne bir karış yeşil, ne de bir ağaç var. Gerçi dört ağaç görünüyor, ama toprağa dikilmemişler, dev saksılara konmuşlar!.. Yani göstermelik. Bir parça su ise, o henüz bitmemiş havuz tamamlanınca belki ortaya çıkacak.
Bizde modernite (modernlik veya çağdaşlık da diyebiliriz), kentçilik alanında toprak ve ağaç düşmanlığıyla eşanlamlı uygulanıyor. Batıda diyelim ki Hyde Hark'tan Central Park'a tüm o ünlü parklarda beton ve taş kesinlikle yeşilin içine sokulmazken, bizde bunları döşemek marifet sanılıyor. Tümüyle yok edilen eski Tepebaşı bahçesinden sonu yaklaşan Dolmabahçe vadisine, sözümona düzenlenen Taksim parkından Yahya Kemal parkına, toprak ve çimen giderek yerini taş ve betona bırakıyor.
Daha da ötesi, bu yeni yapılarda eski olan ögeler hiç korunmazken, yeni mimaride de özgünlük ve sanatsal değer aranmıyor. Tiyatrocular, Ertuğrul sahnesinde Şehir Tiyatroları'nın kimbilir kaç yıllık atölye-dekor bölümünden hiçbir şeyin korunmadığından yakınıyorlar. Tepebaşı'ndaki o çirkin TRT binası inatla korunur ve yerine tasarlanan, Kıraç'ların dünya çapındaki bir mimara yaptırdıkları Müze projesi kaç yıldır uyutulurken, tüm bu yeni yapılar evrensel yarışmalarla, özgün projelerle, kente yeni değerler kazandıracak biçimde düşünülüp uygulanmıyor.
Ve böylece modernite dediğimiz şeyin bizdeki uygulanması, özellikle şu paha biçilmez İstanbul kentine yeni güzellikler katacak yerde, varolanların haşince, zalimce yok edilmesiyle sonuçlanıyor. Yazık değil mi?