Kathryn Bigelow'un Ölümcül Tuzak/ The Hurt Locker ile en iyi film Oscar'ını kazanması, Amerikan sineması tarihinde bir ilk olmuş ve tüm dünyada sanata ilgi duyan kadınları memnun etmişti. Ama şu günlerde bitmek üzere olan Cannes şenliği, ne yazık ki bu konuda umut vermedi.
Le Monde gazetesi de bu sonuca varmış ve aynı başlığı atmış: Kadınlar nerede? Saygın Fransız gazetesi, Altın Palmiye için yarışan 19 filmden hiçbirinin kadın elinden çıkmadığını hatırlatıyor. Resmi bölümde sadece yarışma dışı olarak gösterilen kapanış filmi Ağaç bir kadın yönetmenden: Julie Bertucelli. Yine resmi programın bir parçası olan Belirli Bir Bakış'ta da sadece bir film var. Önemli bir bölüm sayılan Yönetmenlerin 15 Günü'nde, 24 filmden üç tanesi, Eleştirmenlerin Haftası'nda ise 14 filmden ikisi kadınların elinden çıkma.
Gazete, Cannes'ın 63 yıllık tarihinde Altın Palmiye'ye erişen tek bir film olduğunu hatırlatıyor: Jane Campion'un Piyano'su. Le Monde aslında bu durumun Cannes'a özgü olmadığını, sinemanın genel gidişatıyla ilişkili olduğunu söylüyor. Örneğin geçen yıl, yasa gereği Fransız Ulusal Sinema Kurumu'nun (bizim bir türlü kuramadığımız bir kurum) yönetmenlere verdiği kredilerden sadece yüzde 17'si kadınlara gitmiş. Gazete bir kıyaslamayla, Fransız parlamentosundaki kadın milletvekili oranının da aynı olduğunu belirtiyor: Yüzde 18.
Bu oranlar bizde daha da düşük. Kadın yönetmenler konusunda aslında bir dönem o kadar kötü durumda değildik. Cahide Sonku, Lale Oraloğlu, sonraları Türkan Şoray gibi asıl çabaları olan oyunculuktan yönetmenliğe talip olan sanatçılar çıkardı.
Bu işe tam anlamıyla sıvanıp ısrar ve inatla film çeken sanatçımız, rahmetli Bilge Olgaç olmuştu. Yanı başında Birsen Kaya da anılmalı. Daha sonra, özellikle 80'lerle birlikte yeni adlar geldi. Nisan Akman'dan Mahinur Ergun'a, Biket İlhan'dan Canan Gerede'ye, Seçkin Yaşar'dan Işıl Özgentürk'e...
90'lı yıllarla gelen bir kuşak ise, adına siyasal sinema denen alanda önemli, cesur çıkışlar yaptı. Handan İpekçi, Tomris Giritlioğlu ve Yeşim Ustaoğlu mutlaka anılmalı. İlkinin Büyük Adam, Küçük Aşk ve Saklı Yüzler filmleri ilginçti. Giritlioğlu, TRT'de başlayıp Yeşilçam'a taşıdığı çabalarında Salkım Hanımın Taneleri'yle varlık vergisi, Güz Sancısı ile de 6-7 Eylül 1955 olayları gibi yakın tarihimizin yüz karası iki olayını perdeye getirdi. Ustaoğlu, Güneşe Yolculuk'la Kürt sorunu üzerine yürekli bir film yaptı. Günümüzdeyse bu isimlere belgeselden gelen Pelin Esmer, Aslı Özge, Handan Öztürk gibiler ekleniyor. Yine de bu kadarının hem nitelik, hem nicelik açısından, büyük atılım yapan Türk sineması içinde yetersiz kaldığı söylenebilir. Sözü yine Cannes'la bitirelim. Eğer bir gün İsrailli bir kadın yönetmen Altın Palmiye alsaydı ne düşünürdü diye sorulan, geçen yılın Altın Kamera (ilk film ödülü) sahibi İsrailli yönetmen Keren Yedaya şöyle demiş: "Bir İsrailli yönetmenden çok, bir kadın aldı diye sevinirdim." İşte kadınlar arası dayanışmanın milliyetçiliği de aşan sınırları...