Türk halkının 'yıkıcı' olduğuna hiç inanmadım. Tercüman-rehberlik yaptığım yıllarda yabancılara hep anlatmaya çalışmışımdır: Bizler, ne uygarlıklar beşiği Anadolu'da, ne de üç imparatorluğun başkenti İstanbul'da önceki din ve kültürlerin yaptıklarını yıkmadık. Elbette yeterince bakmadığımız, onarıp korumadığımız söylenebilir. Ama yeryüzünden kazımak anlamında, Taliban ya da Vahabi usulü yıkmak, bizim geçmişimizde yoktur.
Siz bakmayın uzun yılların ihmallerine... Onlar daha yoksul ve de bilinçsiz olduğumuz dönemlerin acı anılarıdır. Ancak koruma bilincinin gelişimiyle koşut giden görece bir ekonomik iyileşme, bu onarım işini ciddi biçimde başlatmış gözüküyor.
İşte sadece son birkaç haftadan örnekler. Van'da iki Ermeni kilisesi birden onarılıyor: Çarpanak ve Yedi Kilise. Malatya'da 17. yüzyıldan kalma Taşhoron, hem de cami yaptırma derneği tarafından onarılıyor. Eskişehir'in Sivrihisar ve Sivas'ın Hafik ilçelerindeki kiliseler de onarılacak.
İstanbul'da unutulmuş bir Bizans sarnıcını ortaya çıkarmak için, eski Eminönü belediye binası yıkıldı. İzmir'de ise Roma Agora'sını tüm haşmetiyle canlandırmak için, tam 105 bina istimlak edilerek yıkıldı. Marmaray gibi yaşamsal bir inşaatın bile Yenikapı buluntuları nedeniyle üç yıldan çok geciktirilmesi, bu çağdaşlığın bir başka kanıtı değil mi?
Elbette koruma içgüdülerimiz henüz Batı düzeyine çıkamadı. Batı'da çok uzun zaman önce oluşmuş burjuvazinin öncülüğünde gelişen tarihi koruma çabası, Paris'ten Viyana'ya müze-kentler ve nerdeyse el değmemiş küçük yerleşimler yaratmış: Son Ferzan Özpetek filmi Serseri Mayınlar'ın İtalyan kasabası Lecce gibi. Bizdeyse üzerine otel çıkılan antik kalıntılar, aceleyle örtülüp inşaata devam edilen mozaikler, kırılıp tarlalara atılan heykeller, hoyratça yıkılan eski evler hep görülmüştür. En son, 20. yüzyılın bizlere armağanı tarihi sinema salonlarının durumu da acıklı bir örnektir.
Ama, bunları yapanlar genelde ortalama Türk halkı değil, büyük sermaye. Yani milliyetçilik, duygusallık, nostalji gibi kavramların yerine evrensel kapitalizmin temel ilkesi olan kâr düşüncesini koyan, yatırımını en kısa sürede en büyük kârâ dönüştürmekle yükümlü bir zihniyet. Ki bu konuda hiçbir mazeret de dinlemez. Zaten çok özendiğimiz Batı kentlerinde bile benzer şeyler olur: Yaşlı Brükselliler, kentin AB başkenti olmasından sonraki eski bina kıyımını hala anlatırlar. Londra'da ünlü Saint Paul'un manzarasını kapatan modern blokları yıllar önce bizzat görüp şaşakalmıştım. Vs, vs.
Ama işte, Batı'da Hasan Bülent Kahraman'ın deyimiyle 'kaba kapitalizm'in iştahına ve sınırsız kâr düşüncesine konulan yasal ve toplumsal engeller var. Bizde o yok, varsa da işlemiyor. Yine de bu konularda oluşmakta olan toplumsal muhalefetten çok umutluyum.