Çok güzel geçen bir festivalde kimi ünlüleri de ağırladık. Açılışta onur ödülü alan İtalyan yönetmeni Marco Bellocchio' dan sonra, aynı ödülü Avusturyalı ünlü oyuncu Klaus Maria Brandauer de aldı. İngiliz oyuncu-şarkıcısı Jane Birkin ise son günlerin en önemli konuğuydu.
Brandauer 1943 doğumluydu. Önce tiyatroda ün yapmış, 1970'lerde sinemaya geçmişti. Gerçek anlamda tanınması için Macar ustası İstvan Szabo'nun yardımı gerekmişti. 1981'deki Mefisto, onu dünyaya tanıttı. Ardından gelen iki filmle, bu bir üçlemeye dönüştü: Albay Redl ve Hanussen. Szabo- Brandauer işbirliğinin özellikle Nazizm'in günahlarını deşen Alman Üçlemesi. Sonuç, kaçınılmaz olarak Hollywood oldu. Ve orada da Bond filmi Asla Asla Deme, Benim Afrikam, Rus Evi gibi filmlerde oynadı. Ama özel hayatında bir dram yaşadı. Çok sevdiği eşi Karin, 30 yıllık evlilikten sonra 1992'de öldü. Bundan sonrası, onun için bir iniş oldu. Rolleri azaldı ve önemsizleşti. Ancak yeni bir kadın, Natalie Krenn ona umut verdi. 2007'deki evliliklerinden beri, aktör sanki yeniden doğuyor. Yönetmenliğe de başladı. Atlas sinemasındaki ödül töreninde sanatçı İstanbul'a, jüri görevi sırasında izlediği filmlere ve insanlarımıza içten bir selam yolladı. Bana da en çok seyircinin filmleri alkışlamasından etkilendiğini söyledi.
Jane Birkin'le ise Cuma gecesi Fransız Sarayı'nda onuruna verilen yemekte karşılaştık. Konsolos Herve Magro, sağolsun, beni ayni masaya alarak sohbet etmemizi sağladı. Karşımda alabildiğine alçakgönüllü ve kültürlü bir kadın buldum. 1966 yılında, Antonioni'nin o yılların 'swinging Londonneşeli Londra'sına adadığı efsanevi Blow Up- Cinayeti Gördüm filmiyle üne kavuşan, modellikten gelme o mahçup İngiliz kızı nereden nerelere gelmişti!... Bir Türkiye aşığıydı: altı kez gelmiş, biri Açıkhava, öbürü Babylon'da iki konser vermişti.
Festivalde gösterilen Gainsbourg filmini ise görmemişti. Film, onu Fransa'ya, aşka ve şarkıcılığa yönelten müzisyen Serge Gainsbourg' un yaşam öyküsüydü. Ama Birkin, kendi hayatını da yansıtan bu filmi görmeyi reddediyor, 'dayanamamaktan korkuyordu!'... Filmde kendisini -büyük başarıyla- oynayan genç İngiliz yıldızı Lucy Gordon ise çekimlerin bitmesinden kısa süre sonra intihar etmişti: sevgilisi yanıbaşında uyurken kendisini asarak... Ve daha 30 yaşında... Sanatçı bana bu acı olayı hatırlamak bile istemediğini söyledi. Haksız mıydı?
İşte böyle... Sanatçı yaşamları da kimi zaman ne dramlar içeriyor, değil mi?
Festivalin birbirinden güzel filmleri üzerine izlenimlerimi ise SİNEMA dergisinin Mayıs sayısında bulacaksınız.