Diyarbakır'da, öğle vakti, gittik tarihi Ulucami'ye.
Hava günlük güneşlikti.
İnsanların bir kısmı, caminin önündeki Celal Güzelses Parkı'nda oturuyordu:
İbrahim Durgun, Veysi Beyaz, İsmet Çiftçi, Bedri Kaplan, Adem Çiftçi, Mehmet Erk, Cemil Öre, Hacı Mehmet.
Bir kişi daha vardı:
-Vallah ben adımı söylemirem... Beni yazmiysen.
***
Caminin avlusu da kalabalıktı.
"Dört ihtiyar" sohbet ediyorlardı.
Mehmet Budak, Ali Bilicier, Hüseyin Tenşik, Mehmet Şahin Yalçınkaya.
"Aralarına" geçip oturduk.
***
Ulucami'nin kenarında "camlı bir bölüm" var.
"Kahvehane" gibi.
Orası da kalabalıktı.
Altımıza bir kürsü (küçük iskemle) uzatıldı:
-Bıxer hatın (Hoş geldiniz).
Yaşlı biri elini uzattı:
-Ser çava hatın (Gözüm üstüne geldin).
***
Dedik ki "haliniz nicedir?"
Biri dedi ki:
-Eyi, eyi... Her şey eyi.
Öteki ona kızdı:
-Sen tütünden emeklisen... Emekli maaşi alirsen... Sena göre eyi, eyi... Bir de bize sor... Em je male nıkarın nambıdın (Eve ekmek götüremiyoruz).
***
Kimi elimizdeki kağıdı, kalemi görünce çekiniyor, "susma hakkını kullanıyor."
Kimi "Türkçe" konuşuyor:
-Bol bol idare yok... Yaşayacak kadar idare ediyok işte.
Kimi de Kürtçe:
-Mıllet bırçıye (Millet aç). İş, kar tünneye (Ne iş var, ne kar). Emberakın iştuneye (İşsizlik var).