Diyarbakır'da, Ulucami'nin önünde herkes birbirini tanıyor.
"Yabancı birini" görünce susuyorlar.
Hele bir de "resim çekmek" istediğimizde...
"Yerinden kalkıp, uzaklaşan" oluyor.
***
Herkes bize karşı "saygılı."
Herkes tek tek "hoş geldiniz" diyor, elimizi sıkıyor.
Sarılıp, öpen de var.
Ama sıra "sohbete" gelince...
"Ürkeklik" başlıyor.
İnsanlar "konuşmaya korkuyorlar."
***
Biz "barış, uzlaşma, Türk-Kürt kardeş... Birlikte yaşamak... Terör sona ersin... Kan akmasın" diye konuşunca...
"Kilitli ağızlar" teker teker aralanmaya başlıyor:
*Lı dünye xeşik memleket tınne (Dünyada böyle güzel bir ülke yok).
*Emjı teror acızbun (Terörden bıktık).
*Zarok bıra neçın çiya (Çocuklar dağa çıkmasın).
*Emteror nahvazın (Terör istemiyoruz).
*Emhuzır duxazın (Huzur istiyoruz).
*Aşiti duxazın (Barış istiyoruz).
*Embırati duxazın (Kardeşlik istiyoruz).
***
Yaşlı bir adam elimizi tutuyor.
"Yaz, yaz" dercesine not defterimizi işaret ediyor:
-Mezıne devleti bıra hercar verın vıra (Devlet büyükleri buraya sık sık gelsin... Her zaman gelsin).
İhtiyar doğru söylüyor.
***
Sonra "bir başkası" elimizi tutuyor:
-Reisicumhur vı ki bıbe?.. Tayyip beg ve bıbe (Kim Cumhurbaşkanı olacak? Tayyip bey olacak mı)?
"Soru" devam ediyor:
-Yaji yekidın ve bıbe (Yoksa başkası mı olacak)?
***
-Ey Diyarbakırlılar... Allahaısmarladık.
Topluca "uğırbe" diye bağırıyorlar (Uğurlar olsun... Güle güle).