Yolun sağında ak sakallı, bastonlu bir adam yürüyordu.
Yaşar Öncan "alalım şu garibi" dedi.
Sağa yanaştık, durduk.
Arkamızda "Özel Turgut Özal Okulları" vardı.
Önümüzde "Petrol Ofisi" istasyonu.
- Dede, yürüme, gel seni gideceğin yere götürelim.
Dede "sağol oğul" dedi:
- Gittiğim yer aha şurası... Oraya da taksiyle girilmez.
Eliyle "işaret ettiği yere" baktık.
"Merkez Sancaktan Mezarlığı"ydı.
***
Dede devam etti:
- Oğul... Burası sahapsizlar kabristanıdır... Eskidir... Artık cenaze gömülmez... Burada böyük adamlar yatar, kimse bilmez... Gidirem... Sahapsızlara bir fatiha okuyam.
Yaşar Öncan'la birbirimize baktık.
Birer fatiha da biz okuyalım dedik.
"Eski mezarlığa" girdik.
Bir mezartaşı dikkatimizi çekti:
"İsmet Paşa'nın oğlu Ali İzzettin'in kabridir... 28 Teşrinevvel 1337."
Herkes İsmet İnönü'nün "iki oğlunu" bilir.
Erdal ve Ömer İnönü.
Bir de kızını:
Özden Toker.
Biz bunları düşünürken...
"Dede" bir başka mezarı gösterdi:
- Oğul, oğul... Batı Cephesi Gumandani İsmat Paşa hazretlerinin bubasının kabri aha şurasidir.
***
"Mezartaşını" okuduk:
"Malatyalı Abdülfettah Efendi Zade Harbiye Nezareti Muhakemat Dairesi Mümeyyizliğinden Müteakait Merhum Hacı Reşit Efendi Bey'in Ruhuna Fatiha... 8 Eylül 1336 (1921)"
Dede "oğul, oğul" dedi:
- Ölmeyegör oğul... Unutulirsen... Sahapsız kalirsen... Bak Paşa hazretlerinin bubasi ile evladinin kabrine... Kilit bilem vurilmiştir.
***
Hacı Reşit bey ile Ali İzzet'in mezarları yanyana.
Etrafı demir parmaklıkla çevrilmiş.
Kapısına vurulan kilit pas tutmuş.
Arayanı, soranı, çiçek dikip sulayanı yok.
Az ötede bir dut ağacı var.
Fatiha okuduk, dut yedik, mezarı suladık.
Sonra da "ak sakallı dedeyle" vedalaştık.
- Oğul, oğul... Cebinde pulun varsa, herkes sana dosttur... Pulun yoksa vay halına... Hele bir de öldün mü?.. Tam sahapsızsın... Ölmeyegör oğul.