Cep telefonu çıktı mertlik bozuldu... Her alanda üstelik! Özellikle sahne sanatlarını takip eden seyircinin, cep telefonuyla imtihanında sınıfta kaldığını söylemek yanlış olmaz. Son zamanlarda gittiğiniz bir baleyi, tiyatroyu ya da klasik müzik konserini düşünün. Eminim seyirciler arasında en az bir kişi kayıt almaya çalışmıştır, en az bir kişinin kapatmayı unuttuğu telefonu çalmıştır, en az bir kişinin canı sıkılmış ekran ışığına aldırmaksınız mesajlarını kontrol etmiştir. Seyirci olarak ne kadar rahatsız hissetmişsinizdir. Bir de sahnedeki sanatçıyı düşünün. Tüm o ışıkların altındaki kişi, karanlıkta kalan seyirciden gelen her uyarıya, her sese, her harekete duyarlı... Performansının en iyisini serfilemeye çalışırken, konsantrasyonu bozulan, oynadığı oyunun sözlerini unutan, müzik aletini çalmayı bırakanlar bile oluyor. Küçük bir cep telefonu, iki saatlik anıyı mahvedebiliyor. İşte o yüzden yazının başında cep telefonu çıktı mertlik bozuldu diye yazdım. Aslında şöyle demeliydim: Cep telefonu çıktı, seyirci adabı bozuldu... Tiyatro, müzik ve bale dünyasından isimlere performansları sırasında seyircinin cep telefonuyla haşır neşir olmasından nasıl etkilendiklerini sorduk. Bir dokunduk, bin ah işittik!
YOSİ MİZRAHİ (TİYATRO SANATÇISI
Salonun sahibi değilsiniz!
Cep telefonu hayatımızın vazgeçilmezi. Ama hepimiz onu kapatamayacak kadar önemli işler yapmıyoruz. İki saat telefonunu kapatsalar ölmezler ya da dünya batmaz diye düşünüyorum. Oyunun başladığı ana kadar anlarım ama oyun başlayınca geldiğin yere konsantre olmalısın ve keyfinden çalmamalısın. Tiyatro oyununa geliyor, sessize alıyor telefonu kapatmıyor, tüm oyunu kaydediyor. Bu emeğe saygısızlık, emek hırsızlığı... Geçenlerde bir genç kız tüm oyunu kaydetti neredeyse ve oradan seyretti. Yazık! Canlı kanlı seyretmek varken, dijital ekranından izledi, niye geldin o zaman? Bunu tiyatrodaydım diyebilmek için yapıyor, derdi oyun izlemek değil, oradaydım demek. Herkes statü ve bunu gösterme derdinde. Artık buna sinirleniyorum. Oyun sırasında çalınca, oyunu durdurup, "Lütfen cevaplayın, belli ki önemli bir insansınız" dediğim oldu. İnsanlar çok saygısız olmuş, sanatçıya değer vermeyenler var, bazı insanlar bilet alınca salonun sahibi, hatta oyuncunun sahibi sanıyor kendini. Oldu, oyundan sonra evini de temizlemeye gelelim bari... Madem para verdin. Oysa o oyunun parasını, kendi ruhsal gıdan için ödüyorsun. O oyuna benim için değil, kendin için geliyorsun. Tiyatroya, konsere eşine dostuna ne kadar kültürlüyüm diye hava atmak için gelme. Türk insanının genel problemi bu. Elbette sosyal medya, hayatın bir gerçeği, paylaş ama kendi keyfinden feragat edecek şekilde değil. Oyun bittikten sonra çek, selam sırasında mesela... Bizimle fotoğraf çektirmek istiyorsan, rica et... Bunu çok iyi anlıyorum, oyuna gelmiş ve bizimle bir duygusal ilişki kurmuş, bunu da paylaşmak istiyor, bu bizi de mutlu ediyor ama bana insan gibi davran. Bunlar yazılı olmayan görgü kurallarından.
ŞEBNEM ÖZİNAL (TİYATRO SANATÇISI
Gençlikten çok umutsuzum!
Geçenlerde bir üniversitede oyunumuz vardı. Gençlerle buluşacağız diye heyecanlıydık. Tüm oyun boyunca en önde oturan bir öğrenci o kadar sinirimizi bozdu ki, elinden telefonu bırakmadı. Orada canlı bir performans sergiliyoruz ve gözümüz kayıyor, insanız çünkü... Keyfi kaçıyor insanın, morali bozuluyor. Hiç ilgini çekmiyor olabilir, git arkada otur! Ama artık iyice fütursuz durumda her şey, herkes balmış vaziyette. Oyun çıkışı zaten hocalarıyla konuştuk ve şikayet ettik. Zaman zaman tüm oyunu çekenler bile oluyor. Evine gidip izliyor herhalde. Oyun sonrası elbette seyircimizle fotoğraf çektiriyoruz ama bunun da şirazesi kaymış vaziyette, arka fon kötü oldu diyor, sağa çeviriyor, sola, güzel çıkmadı bir daha... Oyuna para verdim, izledim, her tür kullanım hakkına sahibim diye mi düşünüyor insanlar artık anlamıyorum. Böyle değildi seyirci... Bizim insan olduğumuzu, canlı bir performans sergilediğimizi, duygularımız olduğunu unutuyorlar. Telefon için şu anada kadar oyun durdurmadım ama o noktaya geldim. Hepimiz yorgunluktan dilimiz dışarda, kötü şartlarda, buz gibi soğuk kulislerde, turnelerde bu sanatı yapmaya çalışıyoruz. Tek moralimiz seyirci... Onun saygısı sevgisi... Gençlikten çok umutsuzum maalesef.
HAKAN ALTINER (TİYATRO SANATÇISI)
Ben mutlaka uyarırım
Muhsin Ertuğrul 1935'te seyircilere broşör dağıtmış, tiyatro adabı üzerine, tiyatroda ne yapılmaz öğrensinler diye... Şimdi de dağıtmak gerekiyor galiba. Günümüzde cep telefonları bu adabı bozan en önemli unsur haline geldi. Oyuncu sahnedeyken, büyük bir konsantrasyon içinde oluyor. Seyirciden gelecek her reaksiyon sahnedeki oyuncuyu etkiler. Bu, oyuncu ve seyirci bir arada yürüyen bir sanat. Biz bu konuda çok şanslıyız. Seyircimizden bugüne kadar bizi rahatsız eden bir davranışla çok karşılaşmadık. Oyun öncesinde telefona dair uyarılarımızı yaparız, genelde de bu uyarılara uyum gösterir seyircimiz... Arada bazı olaylar yaşanıyor ama ben mutlaka uyarırım.
CİHAT AŞKIN (KENAN VİRTÜÖZÜ)
Notalar gözümün önünden gitti!
Özellikle klasik tarzda eserleri yorumlayan sanatçılar, o icrayı yaparken yüksek konsantrasyon içindeler. Seyirciden gelebilecek herhangi bir reaksiyon, ses, bir öksürük çok etkiler. Bu cep telefonundan gelen bir uyaran olunca daha da bozar konsantrasyonu. Çünkü bir öksürük gibi doğal bir ses değildir. Elektronik bir makinadan çıkan ses, ışık, sahnedeki durumun doğasına aykırı olduğu için sanatçıyı çok etkiler. Yansıtmaya çalıştığı ruh hali dağılıyor, zaman zaman sanatçının icra ettiği eseri şaşırdığı, unuttuğu dahi oluyor. Yüzyılımızda sanatçılar bunlara alışmak durumunda bırakıldılar. Çok ciddi salonlarda bu tür telefon kullanımıyla ilgili anonslar yapılıyor. Genelde bu uyarıya dikkat ediliyor. Akıllı telefonların kayıt yapma özelliği de çok rahatsız edici. İnsanlar hastalık derecesinde kullanıyor bunu, performansı çekiyor seyirci, anında sosyal medyada paylaşma ihtiyacı hissediyor. Bunu niçin yapıyorlar anlamıyorum. Buna sahibim demek için galiba. Sanatçı, açılan telefon kameralarından, onun ışığından inanılmaz rahatsız oluyor. Ben sahnede çalarken biri beni kaydetmeye başladığında irkiliyorum. O anda o özel mesajlarım, oradaki seyirciye ait mesajların tüm dünyaya yayıldığı olasılığı, izinsiz yayılması beni rahatsız ediyor. Canlı performanstaki küçük bir hata, bir mimik kayıt altına alınıyor, yayılıyor, önünü alamıyorsunuz. Oysa o, o ana özel bir durum... İcralar özel olmaktan çıkıyor. Bu nedenle kendini kısıtlayan sanatçılar var. Beni kameraya aldıklarında kafam çok takılıyor, kim bilir nerede yayınlayacak endişesi yaşıyorum. Hiçbir sırrın kalmadığı bir durum. Vivaldi icra ediyordum, karanlığın içinden bir turuncu ışığın açıldığını ve kayıt yaptığını fark ettim. Altı- yedi dakika sürdü. Sonunda dayanamadım ve durdum, "Çok özür diliyorum bu sahnede olmak büyük bir konsantrasyon gerektiriyor, en iyi performansımı size sunmak istiyorum ama karşıdan gelen bu kayıt ışığı beni rahatsız ediyor, notalar gözümün önünden gitti, ne olursunuz kapatın" diye uyardım.
JAKLİN ÇARKÇI (DEVLET OPERA BALESİ SOLİSTİ)
Kaydetmek etik değil!
Ses üzerine bir doktora yaptım, şimdi de psikoloji üzerine doktora yapıyorum. Amacım sahne sanatçılarının psikolojisini ve kaygısını ele almak. Sanatçı bakış açısından bir yaklaşım geliştirmeye özen gösterdim. Sanatçının opera ve bale için gösterdiği ihtimam çok özel. Giyiniyoruz, makyaj yapıyoruz, ezberliyoruz, dans ediyoruz. Bilişsel süreçler, hafıza, fiziksel performans giriyor devreye. Çok deneyimliler olası bir hatada kendini idare edebiliyorlar ama onlarda bile yüksek konsantrasyon çok önemli bir faktör. Öte yandan genç dansçılarımız müzisyenlerimiz var. Yılların emeği ve çalışması var ve o ilk performans ne kadar önemli. Onun dikkati dağıldığı zaman, ona hissi toparlayamayabilir. Sahne korkusu gelişebilir. Kariyeri boyunca bunu yaşayabilir. Herkes bir bedel ödeyerek, seyirci koltuğuna oturuyor, tamamen kendilerini o ana bırakmaktan daha keyifli ne olabilir. Kayıt edilmesi konusu ise etik değil. Dünyada bu tür performanslar profesyonel anlaşmalar neticesinde çekilir ve satışa sunulur.