Hint Okyanusu'nun en güzel rotası hiç kuşkusuz Seyşeller... Üstelik tropik adaların geneline göre epey temiz, bakımlı ve hijyenik. Daha önceki tropik ada deneyimlerimde, koku ve pis ortam beni fena halde tropik ada deneyimden soğutmuş olsa da Seyşeller'i ayrı bir yere koymakta fayda var.
Seyşeller yemekleri, denizi, iklimi, insanları ve atmosferiyle tam anlamıyla dört dörtlük bir lokasyon. Ama "Ben gece çocuğuyum, eğlence benim göbek adım, sabahlara kadar dans etmeden duramam" diyorsanız, tavsiyem başka adaya gitmeniz. Çünkü burada gece hayatı sıfır!
En çok Paris, Milano, Londra ve Moskova'dan yolcu trafiğinin olduğu bir hat burası. Üstelik uçakların zamanlaması harika. Seyşeller'le aramızda sadece bir saat fark var. 115 ada bulunuyor burada. Lüks otelleriyle meşhur, onların neredeyse tamamı adalara yayılmış halde ve deniz kenarında. Bu otellerin fiyatları yüksek. Sahiller hep boşmuş gibi görünüyor çünkü yüzlerce kumsal alternatifi var. Haliyle kimse kimseyi rahatsız etmeden bu doğa harikası yerin keyfini sürüyor.
SU ALTININ GÜZELLİĞİ
Uçakla indiğiniz bölgeyi kefşetmeyi de unutmayın tabii... Mesela araçla Victoria'ya gidebilirsiniz... Saat kulesi, pazar caddesini gezip, Eden Adası'na uğramak iyi fikir olabilir. Eden Adası buranın ironisi. 115 adası olan Seyşeller'de, suni olarak yapılmış bir ada. Üzerinde yat limanı, dükkanlar ve evler var. Özellikle Arap zenginlerinin evleri de burada. Öğle yemeği için Capperzza isimli bir işletmeyi şiddetle öneriyorum. Burası bizdeki beach clup'lar gibi. Müthiş bir koyda, deniz kenarında hazırlanmış harika bir masada yemeğimizi yedikten sonra, maske ve gözlüklerimizi kapıp deniz altının tadını çıkarabilirsiniz... Hepsi hizmete dahil...
Şansınıza bir de yağmur yağarsa deymeyin keyfinize...
LÜKSE DAİR HER ŞEY
Bir başka şahane ada da Silhoutte... Burası lüks bir lokasyon. Botla gidilen bu adada sadece otel ve bir Fransız'ın evi var. Sanki Lost dizisindeki gibi terkedilmiş bir yer. Gizemli, mistik, kışkırtıcı... Otel de bir o kadar şahane. Dün macera peşinde koşan, bisiklet tepesinde ter döken ben gidiyor, lüks düşkünü biri geliyor. O kadar seviyorum burayı... Şezlonga uzanıp, meyve kokteylimi yudumlarken hayat daha bir güzel geliyor sanki... Burada tek işiniz var, keyif yapmak.
ORMANLA İÇ İÇE
Adayı gezmek için plan yapmakta fayda var. Her şeyi görmeniz imkansız, önemlileri kaçırmanız yazık olur. Mahe Victoria iskelesinden bir saatlik feribot yolculuğuyla ulaşılan Praslin Adası var mesela. Burada UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Valle de Mai Ormanı'nı görmek şart! Ormanda ülkenin sembolü olan Coco De Mer (Deniz, Hindistan Cevizi), envai çeşit palmiye türü (35 metreyi aşan boyları olan) ve sadece bu ormanda yaşayan bir papağanın peşine mutlaka düşün. Papağan biraz nazlı, her ziyaretçiye göstermiyor kendini, üstelik kara kuru bir şey. "Gören şanslı" diyorlar. Orman büyüleyici, hayatınız boyunca bu kadar çok palmiyeyi bir arada bir daha görmeniz mümkün olmayabilir.
Praslin'in ardından kısa bir feribot yolculuğuyla La Digue adasına geçmezseniz olmaz. İskelenin dışından bisikletlere atlayın ve tüm adayı bisikletle gezin. Hedef fotoğraflarda görüp hayran olduğunuz turkuaz deniz ve bembeyaz kumsallar. Uçsuz bucaksız uzanan bembeyaz kumlarda uzanın, yüzmeye ve fotoğraf çektirmeye doyun. Yol üstünde karşınıza çıkan dev bir kamlumbağalar olursa şaşırmayın, onlar adalı. Pahalı otellerde konaklamak istemiyorsanız, La Digue konaklamak için harika bir seçenek. Hatta benden size tavsiye bir ev kiralayın, bisikletinizi de alın, her akşam sudan ucuza bulabileceğiniz envai çeşit balıkla masanızı hazırlayın ve bu doğa mucizesi yerin tadını çıkarın.