İçimden bir ses diyor ki: Sen ve sizler ne derseniz deyin, ne yazarsanız yazın, ne yaparsanız yapın... O sizin bildiğiniz güzel İstanbul artık yok olmaya doğru gidiyor. Ve hiçbir girişim bunu durduramaz!
Nasıl böyle düşünmeyeyim? Geçen gün başlayan 'balık mevsimi'ni kutlamak için Tarabya'daki gözde lokantamız Garaj'a gidiyoruz. Ve neler neler görüyoruz!
Öncelikle,o güzelim Tarabya koyu beton koridorlarla dolduruluyor. Çünkü marina olacakmış. Marina fikrine elbette karşı değilim. Ataköy'den Bodrum Yalıkavak veya Turgutlu'ya dek marinalar o yöreye hareket getiriyor; yalnız yatlara değil, oranın halkına da yeme içme ve rekreasyon fırsatları sunuyorlar.
Ama onlar sadece birer deniz kıyısı. Oysa şimdi, Boğaziçi'nin iki güzel koyu gözden çıkarılıyor: Tarabya ve de İstinye. Bu koylar, doğanın kente ve bizlere özel bir armağanı. Oraları da betona açmak hangi korumacılık ve şehircilik ilkesiyle bağdaşıyor? En azından birisi olduğu gibi korunamaz mıydı? Sevgili mimar başkan Kadir Topbaş lutfedip söyler mi?
Öte yandan, koyun kıyısındaki o güzel park zaten kaç zamandır bir barakanın işgali altında. Sanırım bir çayhane... Yahu, zaten tüm koy çepeçevre lokanta... Kıyıda halka ayrılmış tek yeşil alanı da kahve yapmak hangi ilkeye uyuyor? Muhatabım Anakent mi, Sarıyer Belediyesi mi, artık bilemem...
Bitmedi. Yıllardır kapalı olan Tarabya Oteli onarılmış, yakında açılıyor. Ne kadar sevindim; bizim nikahımızın kıyıldığı yerdi orası... Ancak zamanında 'Boğaz kıyısı için çok yüksek' diye eleştirilmişti. Şimdiyse daha da yüksek. Çünkü bir kat daha çıkma izni vermişler!..
Öte yandan, koyda artık çepeçevre balık lokantaları yok. Araya kebapçılar sızmaya başlamış; hem de büyük mekanlara... Kebaba hiç karşı değilim, ama kusura bakmayın, Boğaz'da balık geleneğinin devam etmesini dilerdim.
Biraz ötedeyse, gençliğimizde onca suya girdiğimiz ünlü Tarabya plajı kapanmış, bir lokanta zincirinin geniş şubesi olmuş. Yazık!.. Benim anılarım nedeniyle değil, ama günümüzün gençlerini artık Boğaz'da denize girme zevkinden ve kolaylığından mahrum etmek hangi halkçılık ilkesine sığıyor?
Yalnız Tarabya değil elbette... Geçenlerde Büyükada'ya gittiğimde, tepedeki bir evden Asya yakasının uzaktan görünümü ürkünçtü: Bir beton ormanı... Tepebaşı'nda ise TRT'nin yanıbaşındaki kocaman otoparka basbayağı duvarlar örülüp kulübeler yapıldığını gördüm. Neymiş? 7. Altın Eller Geleneksel El Sanatları Günleri yapılıyormuş.
El sanatlarına büyük saygım var, ama ya bu basbayağı inşaat orada kalırsa? Birzamanlar Tepebaşı Parkı olan ve yanıp gitmiş o güzelim Dram Tiyatrosu'nu barındıran bu alanın zaten otopark yapılıp betonla kaplanması da çok yanlıştı. Şimdi bir de imara mı açılıyor?
Tüm bunlar üstüste gelince, karamsarlığımı anlarsınız. Biz İstanbul sevdalıları için gerçekten kabus gibi olaylar. Ama yılmak yok, teslimiyetçilik yok. Yazıp çizecek, uyarılarımızı yapacak ve kalanı kurtarmayı deneyeceğiz.