Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'ye iade edilen Güzel Helen'in mücevherleri'ni, bir başka deyişle 19. yüzyılda kaçırılan Truva hazinesinin bir bölümünü basına tanıtırken "Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum," demiş. Ona katılıp birlikte ağlamayı ne çok isterdim! Açıkça söyleyeyim: Arkeoloji ve müzecilik konusunda yaptıkları, çok kişi gibi beni de mutlu ediyor. Hazinelerin üzerinde oturan tarih ülkesi Türkiye'den yüzyıllar boyu kaçırılmış eserleri inat ve sabırla ülkemize kazandırması hepimize kıvanç veriyor. Ancak bakanın talihsizliği, Türkiye gibi kültür işleri son derece karmaşık, zengin, adeta uçsuz bucaksız olan ve aynı ölçüde ihmale uğramış bir ülkede bu alanın başında olması. O zaman onu alkışlamak zorlaşıyor, çünkü arkeolojiye gösterdiği ilgi ve şefkati diğer alanlarda bulamıyorsunuz. Örneğin tiyatro ve sinemada. Kamu tiyatrolarının (devlet ve şehir tiyatroları) başında asılı duran Demokles kılıcı hepimizin malumu. Sinemada ise yeni yapımlara sınırlı bir teşvik yapılıyorsa da, birçok yaşamsal soruna el atılmıyor. Hatta geçen dönemlerin tersine, bunlardan söz bile edilmiyor.
SİNEMA KURUMU ŞART
Örneğin devletin en azından yarı özerk olacak bir sinema kurumu kurması. Dünyanın tüm ülkelerinde böyle kurumlar var. Fransızların Centre National du Cinema, İngilizlerin British Film Institute kurumları gibi. Bunlar ulusal sinemaya teşvik veriyor, arşiv kurup eski filmleri onarıyor, ülke sinemasının dünyanın tüm sinema platformlarında yer almasını sağlıyor. Büyük gelişme halindeki sinemamızın böyle bir kuruma öyle ihtiyacı var ki... Bu olmayınca ne oluyor? Kendimden örnek vereyim. Yıllardır Atina festivalini yürüten sinema yazarı dostum Ninos Mikelidis, benden kasımdaki festival için, başta Lal Gece olmak üzere bir-iki Türk filmi istiyor. Reis Çelik, dostum. Onayını alıp onları karşı karşıya getiriyorum ve sanırım iş çözümleniyor. Ama Fransa'nın Türk sinemasına büyük ilgi duyan ve geçen yıllarda bir Türkan Şoray bölümü yapıp onu onurlandıran Amiens festivalinin yöneticilerinden Anne-Marie Poucet bana yazıp, ziyaret ettiği Cezayir'de bir Türk filmleri şenliği yapmak için yardım istiyor: Çok ilgi duyuyorlarmış. Ben şaşırıp kalıyorum. Böyle bir iş, bir sürü yazışma, emek ve zaman ister. Uğraşacak vaktim yok ki... Eskiden olsa, bakanlığın Sinema Dairesi Başkanı Abdurrahman Çelik dostumuzu arar, işi ona yüklerdim. Şimdi o da yok (Telif Hakları Dairesi'ne başkan oldu). Sinema'nın başına kim geldi, haberim bile yok. Demek ki, sinemanın karmaşık sorunlarıyla uğraşacak bir kurum gerek. Belki her zamankinden de çok. Ki bunlardan biri de eski Türk filmleri. Son dönemde art arda ölümler oldu. Lütfi Akad, Metin Erksan, Müşfik Kenter... Hepsinde bir araya gelip üzüldük, yazılar yazıp nutuklar çektik. Ve hepsinde, NTV'nin Gece-Gündüz'ü gibi programlarda aynı teraneyi yineledik: Onlar öldü, peki o güzelim filmleri nerede? Toprağımızdan çıkmış antik Yunan vb. eserleri geri getirmek, soylu bir uğraş. Ama bizim kültürümüzün görkemli yansımaları olan filmlerimizi unutulmuşluğa terk etmek, birerikişer yok olmalarına göz yummak bir kültür cinayeti değil mi? Bunları küçük bir kurul oluşturup saptanacak bir programla, her yıl üçerbeşer onarmak ve dijitale aktarıp ölümsüz kılmak gerekmez mi? Tüm uygar dünyanın yaptığı gibi...
ESKİ SALONLAR BİRER-İKİŞER GİDİYOR!
Öte yandan İstanbul'un eski salonları birerikişer gidiyor. Yalnız anılarımızı değil, kültür tarihimizi de yanlarına alarak... İstanbul'un ayakta kalan en eski sineması, dünyanın sayılı güzel salonlarından Emek ne oldu? Bir aralar, bakanın burayı yıkıp AVM benzeri bir şey yapacak olan Kamer İnşaat'a "Kamuoyunu ikna edin, öyle gelin," dediği yazılmıştı. Kamuoyunun ikna olmadığı açık. O zaman, bu güzel salonu kurtarmak ve bunun için cömertçe yardım öneren Eczacıbaşı'lara başvurmak niçin akla gelmiyor? Unutturma politikası güdülüyorsa, yanlış. Emek ve diğerlerini asla unutmayacağız. Emek ve gerçek bir mücevher olan Alkazar salonlarını mutlaka hayata döndürmek gerekiyor. Tarihsel yapı tescilli Alkazar ayrıca kentin tam göbeğinde bir tür Sinematek olabilir: Klasikleri, özellikle de Türk sinemasının onarılmış kopyalarını düzenli biçimde gösteren bir Sinema Mabedi. Ne harika olur! Sayın bakan biraz bunları da düşünsün. O zaman, dışarıdan getirilen bir eserde veya yitirdiğimiz bir sanatçıyı anma toplantısında bir araya gelir, birlikte ağlarız!