Ne zaman Boğaz'a insem, Boğaz'a uzaktan baksam, onu vapurdan veya köprüden görsem, içimde bir sevinç uyanır. Bunca hızlı, hatta vahşi bir kentleşmeye rağmen, onun yeşilini ilke olarak koruduğumuzu, onu dünyanın en güzel deniz geçidi haline getiren doğal yapısına temelde sahip çıktığımızı düşünürüm; kentimle iftihar eder, bunu sağlayanlara da teşekkür ederim: Özellikle 80'lerde başlayan kötü bir yapılaşmaya çok üzülüp bunu zamanın cumhurbaşkanı Kenan Evren'e bizzat gösteren ve o ünlü Boğaziçi Koruma Yasası'nı çıkarttıran dönemin Turing ve Otomobil Kurumu Başkanı, büyük İstanbul âşığı, sevgili ve rahmetli Çelik Gülersoy'a... Ama bu yeşilin ebediyen süreceğini kim söylemiş? Bu hızlı imar, şehirleşme ve rant temposu içinde? İşte o yasa da bir köşesinden deliniyor. Ve ünlü Sevda Tepesi turizm yatırımlarına açılıyor. Arkasının çabucak geleceğini ve o güzelim Boğaz korularının yerinde beton yapıların yükseleceğini düşünmek zor değil. Niçin böyle oluyor? Kenti ve ülkeyi yönetenler, niçin aslında anlaşılabilecek bir yatırım ve imar hamlesi içinde, kimi şeylerin aynen korunmasının da çok önemli olduğunu kavrayamıyor? O koyu yeşilin, o erguvanların morunun, o baharda sırtları bir renk meşherine dönüştüren bitki ve çiçeklerin bu kentin en güzel şeylerinden biri olduğunu takdir edemiyor? Aslında benim yazılanlara ekleyeceğim pek bir şey yok. Çünkü öyle güzel yazılar çıktı ki... Özellikle Ahmet Hakan'ın başbakana hitaben yazılmış Sevda Tepesi yazısı ve orada Sayın Erdoğan'ın siyasal hayatı boyunca hep dile getirdiği İstanbul sevgisiyle bu kararın nasıl bağdaşabildiği sorusu çok yerindeydi. O yazı basın tarihimize geçti. Ama ne yararı var? Bana gelince... Keşke, diyorum, AK Parti aslında 'muhafazakar' bir parti olduğunu daha sık hatırlasa ve 'muhafaza etme' fiilinin gerektirdiklerini çevrecilik alanında da uygulasa... Ne iyi olur.