Bu senenin dünü yani Sevgililer Günü, yemek ve hediye bültenleriyle sanki evvelki yıllardan daha yakındı istifra noktasına! Halkla ilişkilercilerden mail yağdı, gazetelerin içinden mücevher insert'leri düştü. En anlamadığım, artık hakikaten mücevher mi alıyor adamlar kadınlara 14 Şubat'ta? Bu noktada mıyız? Ama evet, belli ki kuyum kıyımı var: Insert'ler, broşürler, çekimler, indirimler gösteriyor ki, kazak hatta tişört parasına mücevher alma imkanı yok değil. Taşları evet kırıntı, altını evet düşük ayardan, tasarımı evet dandik ama mücevher mi, evet mücevher! Bazı araştırmalar da döküldü ortaya, malum gün vesilesiyle. Bunlardan birine göre, Türkiye'de kadınlar 14 Şubat'ta en çok tektaş istiyormuş, erkekler de gömlek! Bakar mısınız dengesizliğe... Kadınlardaki hedefe kilitlenme haline ve erkeklerdeki tamahkarlığa!.. Kadınların ilk tercihi tektaş, ikincisiyse çiçek. (Böyle talepkar ve akabinde de böyle masum.) Üçüncü tercih kılık kıyafet, dört numarada saat var. (Hâlâ saat takan oluyor mu ki elden düşmeyen telefonlara rağmen.) Beşinci sırada parfüm geliyor, sonraysa 'kutlama kartı' diye ne idüğü belirsiz bir şey ("Sevgililer Günün kutlu olsun" yazan kuru kuruya bir kırmızı gül kartpostalı değil herhalde bahsedilen, üstüne olabildiğince yüksek meblağ yazılı bir hediye kartı da kastediliyordur, değil mi?) Erkekler ise öncelikle gömlek istiyormuş sevgilisinden! Yüzde 32.6 gibi açık ara oranla gömlek çıkmış! Sevgiliden beklenti, gömlek! İkinci tercihleri parfüm... Sonraysa yine saat, ceket ve ayakkabı geliyor. Böyle formal bir dünya... Çok bilindik şeydir; Milli Piyango'da büyük ikramiye çıkması durumunda hayallerinin ne olduğu sorulduğunda, insanların verdiği üçlü cevap değişmez: Ev almak, araba almak, dünya seyahatine çıkmak! Kimsenin aklına başka bir şey gelmez. Hayallerimiz, taleplerimiz, hediye beklentilerimiz bile güdük kalmış, çeşitlenememiş. Gömlek istiyor adam sevgilisinden... Gömlek! Sonra da saat, ceket ve ayakkabı... Bizim bildiğimiz, sevgili demek bunları çıkarmak demekti... Demode kalmışız demek ki!
KOL KASINDAN BEYONCE REKABETİNE
2008 Kasım'ı... Obama, tarihi zafer konuşmasını yaparken, bütün gözler onun da üstünde. Narciso Rodriguez'in kırmızı-siyah elbisenin üstüne, içerde omuzları ürperiverince alıverdiği ve sanki sahneye çıkarken de telaştan çıkarmayı unuttuğu hırkada. ABD'nin benzersiz stil ikonu Jackie Kennedy ile kıyaslanıyor, Hillary Clinton ya da Laura Bush gibi garantici olmayacağının sinyalleri alınıyor. Küba kökenli ABD'li bir tasarımcının elbisesini seçtiği için takdir topluyor, hırkanın nasıl da 'Sizdenim' mesajı verdiği konuşuluyor. Michelle Obama, neredeyse kocası kadar ilgi çekiyor, hep de çekecek. Kol kaslarıyla olay olacak mesela... Tatilleriyle, danslarıyla, hep temas halindeki âşık/sadık halleriyle de çok konuşuldular beş yıl boyunca. Ta ki 2013 sonunda, Nelson Mandela'nın cenaze törenindeki o malum selfie'ye kadar... Evlilik yıpranması diye bir şey var; sürekli göz önünde olanda yokuş aşağı ilerleyen... Selfie kıskançlığı (sırf telefona poz verdi diye değil, yan yana oturup iki lokma kıkırdadı diye ne biçim arıza çıkardı kadın), ayrı tatiller, boşanma söylentileri; Michelle Obama cümlemizi şahit etti evliliğindeki tepetaklaklara. Bir de Beyonce dedikodusu ve garip, komik desen komik değil, çocuk işi yalanlaması var gündemde... Bu evlilik bunu da kaldırır mı? Her evlilik bazen her şeyi kaldırır, bazen hiçbir şeyi kaldırmaz. Vakti gelmiştir. Geçmiştir. Göreceğiz...
KEREM ÇATAY: BASKICI/ BASKINCI ÖĞRETMEN Mİ?
Ay Yapım'ın patronu Kerem Çatay, enteresan bir yola girmiş: Medcezir, Kara Para Aşk ve Kurt Seyit ve Şura'yla ilgili çıkan haberlere kızıp, setlere ani baskın yapmış. Set ekibinin telefonlarını toplatmış. Çalışanların telefon rehberi ve fotoğraf galerisinden kimlerle irtibatta olduğuna bakılmış. Kerem Çatay, çalışanları artık hiçbir haberin dışarı sızmasını istemediğine dair uyarmış. Ünlü yapımcı, set ekibine gizlilik sözleşmesi de imzalatmış. Bundan böyle set ekibi sosyal medyadan bulunduğu diziyle ilgili fotoğraf ve bilgi paylaşması durumunda işine son verilecekmiş. Bir yandan fazla eski moda, yasakçı, müdahaleci, özgürlük ihlalcisi bir hal değil mi? Baskıcı baba/hoca, çocukların 'özelini' talan ediyor... Bir patron olarak çalışanlarını köleleştiriyor hatta... Öbür taraftan da tamamen haksız mı? Sosyal medyada herkes uluorta, apaçık, cascavlak her yerde... Tırla para döktüğün bir yapım var elinde ve sen onay vermeden iki kelimeyle, iki kareyle mundar olsun istemiyorsun... Bu kadar söz hakkın yok mu? İnsan yüzde 100 taraf olamıyor.
"BENİM DE EGOLARIM VAR!"
Huzur Sokağı'nın başrol oyuncusu Selin Demiratar "12 yıla dayanan dostlarım var" diyor, Cosmopolitan'daki "Uzun yıllara dayanan dostluklarınız var mıdır?" sorusuna cevaben. 30 yaşındaymış. Basit bir hesapla: Hiç çocukluk arkadaşı yok mu yani? Rüştünü ispat öncesi sırdaşı? "Ünlü olmanın dezavantajlarını yaşıyor musunuz?" sorusuna cevap olarak ise, "Hayır çünkü bu şekilde yaşamıyorum" diyor. "Elbette benim de egolarım var ama kendimle alakalı." Ego: Daha çok tekil şekil kullandığımız bir kelime değil mi?