HAVAALANI KONTROLÜNDEN GEÇERKEN BAĞIRSAKLARINIZI GÖRMEMEK MÜMKÜN MÜ?
Uçak seyahatindeki ilk nefret objesi, o ucubik plastik leğen. Güvenlik kontrolünden geçerken, arada temizliyorlarsa bile (Ki niye temizlesinler) leş görünen plastik leğenlerden birini alıyor, mal varlığınızı içine dolduruyorsunuz. Çanta, üst baş, cep telefonu, anahtar, metaller... Bu kuyrukta insanı çileden çıkaran iki tür yolcu var: 1. Montunu koyup çantasını omzunda unutanlar, onu çıkarıp güneş gözlüğünü kafasında bırakanlar. Ve bunu "Aheste geç eksreyleri" şarkısını terennüm ederek yapanlar. Aletten geçtikten sonra da üç parça malını bir leğenden öldür Allah toplayamayıp, orada öylece kalabalık üretenler. 2. Pantolon kemerini adabıyla bir kenarda çıkarmak/takmak varken, hayır, uluorta, gözümüze soka soka, bağırsaklarını ortaya sere serpe yapanlar. Birazdan havaalanındaki bütün kadınları sıradan geçirecekmiş gibi bir enerjiyle kemerlerine davranan, gözümüze tecavüzcü gibi göründüklerini her nedense kavrayamayan ya da daha fenası bundan apaçık haz alanlar
HER BOY SİYAH BAVULA ATLAMAMAK İÇİN SAPINA ÇAPUT BAĞLAMAYI DA MI AKIL EDEMİYORSUNUZ?
İnsan kendi bavulunu nasıl tanımaz? Alelade bir siyah bavul diyelim ki, her uçuşta üç beş benzeri var, o zaman üç kuruşa niye bir etiket, sallangaç, patlangaç almaz? Niye bir paçavra, çaput, ip bağlamaz? Nihayetinde kavuştuğunda bavulunun gri bir azman olduğunu gördüğünüz kişi, konveyördeki mor-yeşil ufaklığa niye can havliyle saldırır? Renk körlüğüyle beraber şekil görmezliği de yaygın bir göz bozukluğu mu?
UÇAKTA KRİZ ANI UYGULAMASINDAN ÖNCE ÖN KOLTUKLA İLİŞKİ PROSPEKTÜSÜ DAĞITILSA OLMAZ MI?
O kapı buradaymış da, şunu şöyle bağlayacakmışız da, her kalkışta kriz anında nasıl davranmamız gerektiğine dair bilgilendiriliyoruz. Peki. Ama kriz, Allah korusun 40 yılda bir başa gelecek iş. Halbuki arka-ön koltukla ilişki, her uçuşta yaşanıyor. Ve belli ki üstüne bir 101 açılmasını hak ediyor. Sen koltuğunda otururken ayaklarını sürekli ön koltuğa vurursan güzel kardeşim, ayaklarını toplar, kendine çeker ve tabanlarını öndeki koltuğa yaslayıp var gücünle dayanırsan, bunu birkaç dakika arayla defalarca tekrarlarsan, çek vur önündekini daha iyi. Keşke menüden önce komşularla ilişkiler prospektüsü dağıtsalar, olmuyor mu öyle?
OTEL ODASINDA İLLE DE FANTEZİ YAPMAYA MECBUR MUYUZ?
Yenicene yapılmış ve de azıcık tasarım kaygısı taşıyan her otelin bu fantezi düşkünlüğü de nedir? Bir kere son yılların modası şöyle: Klozet ayrı yerde, lavabo ayrı yerde, duş ayrı yerde; odanın çeşitli noktalarına dağıtılıyorlar. Sıradan bir sabah ritüeli anca bu kadar zorlaştırılır. Bu işleri yapmadan yüz göz olunmak istenmiyorsa, odanın içinde anca bu kadar köşe kapmaca oynanır! Sadece ayırmakla kalmayıp, minimalizme tüy de dikiyorlar: Bir bakıyorsunuz ki tuvalette kapı yok! Banyoda cam yok! Öyle apaçık, cascavlak ikisi de... Bazılarında yatağın olduğu bölümle arasında bir seperatör, bambu mambu oluyor, bazısında buna bile lüzum görülmüyor. Zoraki fantezi! İhtiyaçları kapalı kapılar arkasında aradan çıkarsak, fantezi faslına sonra geçsek olmuyor mu? Mecbur muyuz sürecin her anını paylaşmaya?
O ŞAHANE İCAT OLMADAN SAADET EKSİK KALMIYOR MU?
Taharet, temizlik demek... Anladınız siz! Bir sürü yurtdışı seyahatin en doğal sıkıntısı kesin bu. Bazı oturaklı otellerde bide oluyor, Malezya gibi bazı Müslüman ülkelerdeki hortum sistemiyse sevinçten ağlatır. Ama genel olarak Avrupa'da ve ABD'de geçmiş olsun. Klozetin yakınında su yok, duş odanın ta öbür ucunda, lavabo başka köşede, ölme eşeğim ölme...
BÖYLE ŞEHİR + BÖYLE REHBER = MUHTERİKA!
Yıllar önce İclal Aydın'ın bir yazısından öğrenmiştik; kızı Lal kullanıyormuş bu kelimeyi: Muhteşem + Harika = Muhterika! Akabinde bir tatlıcının vitrininde görmüştüm; yeni bir tatlı çeşidine bu adı vermişler: Muhterika! Gayet yerinde bir kelime 'muhterika'! 'Muhteşem' ya da 'harika'nın tek başına kafi gelmediği durumlarda etkiyi güçlendirmek için rahatlıkla kullanılabilir. Saffet Emre Tonguç'un dolunayda yaptığı tekneli Boğaz turunu anlatırken ideal mesela... Bizde rehberlik, insanların üniversitedeyken özendiği, ama çok da ciddiye almadığı, geçici bir iş olarak görülür. Ezber ettiklerini, cümlenin ortasında kalsa toparlayamayacak, Urfa Balıklıgöl'deki çocukcağızlardan az hallice tipler rehber diye geçinir. Yurtdışında ileri yaşta kıymetli rehberler vardır belli bir alanda uzmanlaşmış; bizdeyse çok nadiren görülür. Ortalama kanaat, 40'ını geçmiş rehberlere başka işte tutunamamış loser gözüyle bakmaktır. Halbuki iyi rehber müthiş bir şey. Anlattığı şehri de uçuruyor, sizi de. Saffet Emre Tonguç, o yüzden nadide bir tür. Bütün o tarihi bilgileri, öyle katır kutur tarih dersi gibi değil, içinde aşk, meşk, entrika, skandal dolu insan hikayeleriyle beraber anlatıyor. Tam da böylece aklımızda yer edeceğini bilip, tatlı tatlı yalı dedikodusu yapıyor! Ve her şeyi bugüne bağlıyor: Dizilere, tanıdık isimlere, light siyasete... Tonguç rehberliğinde gezmek çok zevkli ama bir benzerini kendiniz de yapabilirsiniz. Boğaz Hakkında Her Şey kitabını alıp (Saffet Emre Tonguç & Pat Yale, Boyut Yayınları), önce evde biraz karıştırıp sonra da Şehir Hatları'nın Uzun Boğaz Turu'na binerseniz... Oprah Winfrey nerede kaldı? 'Yılanlı Yalı'nın pembe yalanı ne? Devletin 'Bebekli Emine Hanım' gafı neye yol açtı? Kimin kaç tane yalısı var? Türkiye'nin en iyi reklamını yapan yalı hangisi? Peki ya içi hayal kırıklığı yaşatan? En magazinli, en akılda kalıcı yalı takibi tamamdır... İstanbul'da şahane bir tatil günü diye de buna denir...