Ne kadar sıradan, ne kadar sıkıcı hayatlarımız var... Ne kadar monoton, amma zavallı, renksiz hayatlarımız var!
Annemiz mesela, Sıkıyönetim Komutanlığı'nın Başbakanlığa gönderdiği özel damgalı gizli dosyayı yürütüp papatya hemşireye vermemiş.
Annemiz, Semra Özal değil.
Annemiz, ona tabi olmadık diye, sözünden çıkmaya yeltendik diye, bizi akıl hastanesine de kapatmamış. Böyle bir mutlak muktedir valide sultana maruz değiliz. Böyle egemen, hakim, baskın, dominant bir ahtapot annemiz olmamış.
Her şey annede başlıyor/ bitiyor. O sayede/o yüzden; böyle alelade hayatlar sürmekteyiz.
Entrika yok, skandal yok.
Elektrik yok, sansasyon yok.
İnsan gücenmiyor da değil hani azıcık: Hudut tanımayan ifşaatlarla ağız ishali olmamıza sebep malzememiz yok.
Kezban Hatemi mesela, bu açıdan çok fedakar bir anne anlaşılan. Oğluna yaptıklarıyla, sınırsız birikim sağlamış!
Son zamanlarda karşımıza çıkan en çarpıcı aile hikayesi Hatemi'lerinki. Hem olaylar çok acayip, hem soyadı ünlü, dolayısıyla "Bundan iyisi Şam'da kayısı" mertebesinde, çok juicy bir vaka analizi.
Aile içi mevzularda, tarafları çok iyi tanısanız bile, kimseye kefil olunmaz. Buradaysa anlatılanların tuhaflığı ve anlatımdaki üslup iyice işkillendiriyor insanı: Ne kadarı hakikat, ne kadarı zihin oyunları?
Bir sinek, böcek, örümcek olup aileyle o evde yaşamış olmak istiyor insan. Kendi gözüyle görmüş, ilk ağızdan duymuş olmak istiyor. Çünkü bu haliyle, içinden çıkamıyor...
Akıl hastanesine giden yollar
Aile, soyadı hasebiyle bin yıllardır hayatımızdaydı ama kendi içişleriyle radarımıza takılması, benim açımdan Bülent Cankurt'un haberiyle oldu.
Kezban Hatemi, boşanmak isteyen oğlunu evlatlıktan reddedip maddi desteğini kesmişti. Kimleri kimleri ne deli tazminat ve nafakalarla boşayan ünlü avukat, "Herkesi boşarım ama oğlumu asla," diyordu. Mart'ın ilk haftasıydı.
Akabinde boşanma davasına yayın yasağı geldiği duyuruldu.
Metin, kamu yararından bahsediyor, meselenin kamuoyunu ilgilendirecek bir yanı olmadığı söylüyordu.
Böyle tanınmış bir aile ve böyle bir iç savaş; çocuk mu kandırıyorsunuz...
Sonra geçen hafta sonu, Melis Alphan'ın, Mehmet Ali Hatemi'yle yaptığı söyleşi geldi. Oğul Hatemi, 9 Mayıs'ta annesine ceza davaları açmıştı.
Kezban Hatemi hakkında 'Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma', 'eziyet', 'kişiye ait belgeleri izinsiz verme', tehdit ve hakaret', 'resmi belgede sahtecilik' gibi suç duyuruları vardı.
Mehmet Ali Hatemi'nin iddiaları çok acayipti. Annesinin, üzerinde şiddetli baskı uyguladığını, en sarsıcısı da, zorla akıl hastanesine kapattığını söylüyordu. Resmedilen, bir zorba hükümdar, bir canavar anneydi. Fakat trilyonlarca detaya rağmen, insan bazı şeyleri yerli yerine oturtmakta güçlük çekiyordu.
Şikayet etme, hareket et!
1. Mehmet Ali Hatemi kabaca bir hesapla 40 yaşında.
Ve söyleşinin tamamına sinen şikayetçi mağdur tona karşılık, ailesine karşı çıkmak son birkaç yılda aklına gelen bir şey gibi görünüyor.
Fazla baskın karakterde annebabanın, çocuk üstünde kilitleyici etkisi oluyor, tamam, ama nereye kadar?
2. Hukuktan başka şey okumasına "izin verilmiyor", dahası 2001-2004 arası "hiçbir" kız arkadaşına "izin verilmiyor".
30'unda bir genç adamdan bahsediyoruz.
Bu yaşta, kız arkadaş için izin mi alınıyor?
3. Oğul Hatemi söyleşi boyunca "anne güdümünde" bir hayat sürdüklerini, karı-koca ondan maaş aldıklarını, onun evinde oturduklarını, çocuklarını kendi çocukları gibi yetiştiremediklerini, en lüks ihtiyaçlarının onun tarafından karşılandığını vs anlatıyor. Bu duruma isyanının ne zaman başladığının sorulması üstüneyse "İsyan etmedim," diyor. "Bi dakka!" demeyeceksin ama sürekli şikayet edeceksin, öyle mi?
4. Oğul Hatemi'nin esas derdinin anne Kezban Hatemi'yle olduğunu düşünüyoruz, ama durun: "Basından Hüseyin Hatemi'yi siz ne kadar tanıyor ve seviyorsanız, ben de o kadar tanıyor ve seviyordum. Küçük yaştan itibaren kendisiyle hiçbir baba-oğul ilişkisi kuramadık.
Annemin bana karşı zulümlerini hiç dizginlemedi."
Haydaa, sırf anne değil, baba da suçlanıyor. Böylesine yıpratıcı bir anne-baba-çocuk ağında belki de çok daha erken yaşta takviye almak gerekmiyor mu?
5. Mehmet Ali Hatemi'nin hayatı sorgulaması, kansere yakalanmasıyla oluyor. Annesiyle birlikte hukuk sektöründe çalışmama kararı alıyor, sanat galerisi açıyor. Ve bütün bu patırtının belki de en temel sebebi:
Evliliğini bitirmek istiyor.
İlk şahsi kararı galiba; ilk meydan okuması...
6. Karısıyla konuşup evi terk ettiğinde nerede kalıyor peki? Annesinde! Onca şikayet, onca kıyamet, anneyle onca didişme, sonra ver elini anne evi!
Yok mu güzel kardeşim kafanı dinleyeceğin bir otel?
7. Otele gidiyor, bu defa da takipler, baskınlar... 40'ında bir adam, nasıl oluyorsa, İstanbul'da izini kaybettiremiyor, annesinden kaçamıyor!
8. Sonrasında akıl hastanesine zorla yatırılma süreci var.
Doktor, ailesi tarafından, panik atak, hipertansiyon, majör depresyon teşhisleriyle getirildiğini söylüyor. Yani aslında "Annem beni akıl hastanesine kapattı" başlığıyla sunulan hunhar vahşet portresinden ziyade, çoğumuzdaki olası arazlar... İnsan ne düşüneceğini bilemiyor.
9. Fakat annesinin "En kötü birimde tutun," talimatı... Buraya, daha önce hiç gitmediği bir hastanenin, görmediği bir doktorunun teşhisiyle çıkartılan mahkeme kararıyla yatırılması...
Sonra Lape'den sağlam raporu verilmesi... Buna karşılık annenin, orda tutulmasını sağlamaya çalışması... Çok da normal şeyler değil tabii.
10. İnsan bazen fena halde kendi kendini gaza getirir, kendi dolduruşuna gelir. Hepimiz yaparız. Acaba Mehmet Ali Hatemi de yapıyor mu biraz?
Ne kadar?
11. Bunu şunun için söylüyorum. En son vesayet altına alınması ihtimali de belirince, "Bu kadar zulmü hiçbir anne-baba çocuğuna yapmaz," diyor. Sahiden de yapmazmış gibi geliyor. Belki kendi sıradan ailelerimiz yüzünden!
12. Kezban Hatemi'yle, Hüseyin Hatemi'yle, eş Aslı ile, "Hayattaki tek gerçek dost" olduğu söylenen sevgili Zeynep ile, yardımcı İsmail'le... Ve tekrar Mehmet Ali Hatemi'yle...
Uzun uzun konuşsa, deşe deşe, oya oya, keşke iyi psikoloji bilen biri... Bunları terapist koltuğuna oturtup bir yerlerine çip mip takma imkanı olsa asıl...
13. Kim ne kadar zalim, ne kadar mağdur bilemeyiz. 'İyiliğini istemek', hangi noktada felaketine sebep olmak, bunu da bilmeyen çok... Ama her oğul biraz annesinin eseriyse, Mehmet Ali Hatemi, herkesten biraz daha fazla Kezban Hatemi'nin eseri galiba. "Annecim!" diyerek bitirmek isterim.