Whatsapp'ta aşağı yukarı aynı işlerle uğraşan kalabalık bir kızlar grubumuz var. Hafta içi arkadaşlarımızdan biri bir metin yolladı.
Cem Boyner'in yazıp çalışanlarına yolladığı söyleniyordu.
Okuyanlardan birer ikişer yorum gelmeye başladı. Kimi dedi ki o yazmış olamaz, üslubu benzemiyor... Kimi dedi ki tam da onun iş dışı yazışma üslubunu andırıyor... Kimi dedi ki bir süredir geziyor bu yazı, yazarının İzmir'de öğretmen olduğu söyleniyor... Kimi dedi ki Can Yücel'le Oğuz Atay arasına Cem Boyner de katılmış demek, gurur duymalı (Onların olduğu iddia edilen on metinden dokuzu onların değil malum)!
Ama içerikle ilgili olarak hemen herkes hemfikirdi:
Doğruydu ve hislerimize tercümandı.
Sonrasında yazanın Cem Boyner değil, sosyal medyadaki adıyla 'AnlatanAdam' olduğu anlaşıldı.
Ama o da okumuş ve beğenmişti. Yazı son zamanların en hararetli konusu üstüne...
"Herkeste bir gitme arzusu" diye başlıyor. "Ama nereye gideceksin ki?"
AMERİKA'YI UNUT
Beraber okuyalım: "Memleketin içinde debeleneceksen, git. Şehirden sıkıldıysan, trafikteki kornalar ruhunda çalıyorsa, asansördeki selamsız adam yüzüne bön bön bakıyorsa, damızlık bir tip omuz atıp geçiyorsa sokakta, masandaki dosyalar çalıştığın plazanın maketi gibi yükseliyorsa önünde, yürüyen bantta gibi hissediyorsan hayatta kendini; git. Küçük bir kasabaya git, yerleş. Küçül, kalabalıktan uzaklaş, ruhunu temizle. Ama sıkılırsan, gel.
Artık Amerika'yı falan unut bir kere. Bu seçimden sonra oraya gidip anca beyaz Amerikalıların çimlerini biçersin. Amerikalılar Kanada'ya kapağı atmak için başvuru sitelerini çökertiyorlar yoğunluktan, senin orada ne işin var?
Meksikalılar, Kübalılar, El Salvadorlular işgal etmiş zaten memleketi. İngilizcen yetmez, İspanyolcayı ana dil yapman lazım. Hintliler, Çinliler neredeyse bir Avrupa ülkesi kadar kalabalıklar.
İşini gücünü bırakacaksın da, Amerika'ya yerleşeceksin cıbıl cıbıl. Kendine Türk arkadaş arayacaksın.
Sonra sorgulayacaksın kendini, bu arkadaşımla Türkiye'de olsak arkadaşlık eder miyim?
Almanya'ya da gitme mesela. Büyük şişersin.
Saat dokuz dedin mi sokakta adam bulamazsın.
Oranın düzeni bizim insanı ruh hastası yapar. Karınca gibi planlı, düzenli, analitik olamazsın sen. İllaki kaytarmak isteyeceksin, bir kısa yol bulmaya çalışacaksın hayatta. Almanya'da yemez bunlar. Burada Almancı, Almanya'da yabancı olacaksın. Kapını bir kez çalmayacak hiçbir Alman komşun. Anca fazlaca gürültü yaparsan 'polizei' gelecek kapına, ona dert anlatacaksın.
SOĞUK YERE ALIŞAMAZSIN SEN!
Uzak yerlere gitme. Avustralya misal. Ya da dünyanın en yaşanılası yeri falan diye Yeni Zelanda'yı hedefleme. Arkanda kimse bırakmadın mı? Birine bir şey olsa, dönüp gelemezsin. Çok medeniymiş, çok mutluymuş insanlar. Evet öyle.
Ama sen onlardan değilsin ki... Yanında kafanı da alıp götürdüğün için, Sydney'de bir kafede mutlu mutlu oturup ilkokul arkadaşın Samet'in Facebook sayfasına bakacaksın.
Çok soğuk yerlere de gitme. Herkesin medeniyet rüyası Kanada'ya sakın gitme mesela. Tam on bir yıl orada kalıp dönen arkadaşıma "Neden döndün oğlum, manyak mısın?" deyince, on bir yılını şöyle özetlediydi: "Çok soğuk oğlum!" Soğuk yere alışamazsın sen. Bizim bünyeler güneş ister. Bazen günün ortasında felekten bir saat çalıp, güneşin alnında malak gibi duralamak ister bizim bedenler. Bir de çay oldu mu yanında.
Hele bir de senin gibi işsiz güçsüz bir dost, ömre bedel...
Kapının önündeki üç ton karı küremezsin sen Kanada'da. Ellerin plaza eli, bedenin Akdeniz bedeni... Birine yaptırayım desen, Türkiye'deki genel müdür maaşını isterler. Sinirlenip kürek takımı alırsın, iki kürer, sonra bakakalırsın.
Çok medeni, mekanik Avrupa'da bir yer seçme Almanya dışında da. Irkçılık almış başını gidiyor. Birinci sınıf vatandaş olamayacağın bir memlekette nasıl huzur bulacaksın? Kara kafalar diyorlar bize İskandinav dostlar, bilir misin?
- Ben çipil sarışınım arkadaş, kendimi aryan ırk arasına yediririm,
- Gider bir Türk mahallesine yerleşirim, Brüksel'de Burdurlular Kahvehanesi'nde takılırım,
- Biz zaten İtalyana benziyoruz milletçe, aralarına karıştım mı kimse anlamaz, gibilerinden bir diyeceğin varsa sen bilirsin.
Ama gittiğin yerde hep yabancı kalacaksın, unutma. Türk kahvesinde bir euro'ya içtiğin ince belli çay bile hasret kokacak.
İngiltere'yi hiç düşünme. Çünkü İngiltere deyince Londra'yı düşlüyorsun biliyorum. Gofret kolisinden hallice bir apartman dairesine, Türkiye'deki yıllık maaşının yarısını vereceksin bir ayda. O da Londra'nın merkezinde falan değil ha, trene binip şehre gideceğin mesafede. Hesabını baştan yap. Londra'nın merkezinde oturman için ya bir prensle evleneceksin, ya da Chelsea'de top oynayacaksın. İkisi için de geç değil dersen, bilemem.
Bence para biriktireceğine antrenmanlara başla, daha büyük bir olasılık var. Sürekli yağan yağmurunu, hep kapalı havasını saymıyorum.
Bizi bozar. Sütlü çayını içer, içinden bir Ege türküsü söylersin.
GİTTİNİZ Mİ BİRBİRİMİZİ ÖZLERİZ
Londra dışını hiç düşünme sakın. Adanın diğer bölgelerinde misal bir pub'a girsen gece yanlışlıkla, kırmızı burunlu holigan abilerin bakışlarından öyle tırsarsın ki, bırak İngiltere'de kalmayı, Çorum Sungurlu'daki halanın evine yerleşmeyi tercih edersin. Sayacak yer de çok, her birine takacağım kulp da.
Aslında demek istediğim şu: Gitmeyin güzel insanlar, biz kardeşiz. Gittiniz mi birbirimizi özleriz. Yılda bir gelinen tatille falan da geçmez hasretimiz." Doğru valla. En iyi formül daima şu galiba:
Bütün buralara (ve gezegendeki daha pek çoğuna), mümkün mertebe her fırsatta tatile gideceksin.
Ama her defasında 'kürkçü dükkânına' döneceksin.
Gidip gidip geri geleceksin. Çünkü ne kadar şikâyet etsek de... Ne kadar kızsak da... Ne kadar söylensek de... Memleket gibisi yok. Ama tatil gibisi de yok!