Herkesin gönlünün ayyıldıza odaklandığı, Türkiye'nin keyfinin yeniden yerine geldiği, sarılacivert bir futbol akşamını yaşadık. Şükrü Saracoğlu Stadı'nın damı altında oturan herkesin bir görev üstlendiği, bayrağı en yükseğe taşıma içgüdüsüyle hareket ettiği muhteşem bir geceydi.
Yalnız sahadakilerin değil, tribünlerin de hep hücum oynadığı, 'tek hedef ileri' emrinin hiç geri çekilmediği gurur maçıydı bu.
Turkcell Ligi'nin sorumsuzları bu kez ciddiyet ve disiplin içinde bir öne, bir geriye oynadılar. Maksimumlarını zorlamaktan bir an bile tereddüt etmeyen Fenerbahçe takımını, PSV'den öne çıkaran sadece bu mücadele gücü değildi. O forma altında TürkoLatino bir enstrüman oluşmuş... Avrupalı gibi düşünüp, Türk gibi hırslanıp, Güney Amerikalı gibi yaratıcılık taşıyorlardı.
Gözler birbirini kolluyor, Alex'in komutanlığında savunmayı delecek kulvarlar yaratıyorlardı. Semih ve Gökhan Gönül her maçtan sonra daha gelişip, parlıyorlar. Deivid'in cezasını Kazım fırsat olarak değerlendirdi ve tecrübe eksikliğine rağmen çabuk ısınmayı başardı. Gerçek kurmaylar elbette Aurelio-Deniz Barış'tı. Birbirlerini bir an bile yalnız bırakmadan, devamlı destekleyerek, her gediği kapamak için enerji ürettiler.
AVRUPA DA ÖĞRENİYOR
Hollanda Şampiyonu PSV, F.Bahçe karşısında uzun toplar dışında etkili olmak adına çare üretemedi. Çabuk düşünüp, hızlı olmak istedikleri anlarda başlarındaki nöbetçiler eksiksizdi.
F.Bahçe tarihine yeni 'şanlar' ekliyor ve bunu her fırsatta vatan toprağını savunanlara adıyordu. Hamaset ile futbolun böyle kol kola sahaya çıktığı, her saniyesinin tüyleri diken diken ettiği atmosfer yaratmışlardı.
Gruba başlarken üçüncülük hesaplarının yapıldığı günlerden, liderlik hesaplarının yapıldığı bugünlere gelindi. Zico'nun rakibi umursamaz ve güvenli tavrı, Fenerbahçeli oyunculara karakter kazandırdı. Bu çok hızlı ve pozitif gelişen düzenin, gecikmesinedir tüm üzüntüm. Yoksa devam eden okuma derslerinde memnunuz. Avrupalılar da öğreniyor 'efsane' demesini.