İki hafta önce İnönü Stadı'ndaki zaferin imzaları atılırken, ilk sıraya Beşiktaş seyircisini koymuştuk. O muhteşem tribünler İngilizler'i yutkunurken dondurmuş, sahadakileri birkaç kişi fazla oynatmış ve tarihe geçecek altın bir sonuç yaratmıştı.
Bu kez taraftarını yanında göremeyen, başı eğik, gönlü kırık bir Beşiktaş seyrettik. Bırakın rakipten fazla oynamayı, sanki eksiktiler sahada. Liverpool ile baş etmeyi düşünecek ne güvenleri vardı, ne kalpleri, ne de tecrübeleri. Sahaya çıkarken teslim olmuş gibi görünüyorlardı. Teslim olmayacaklarına dair hiçbir belirti göstermediler.
İLK MAÇ 'TESADÜF' OLDU
Üç pası arka arkaya yapamayacak kadar acemi kaldılar.
Oyun kurmak, geriye düştükten sonra strateji geliştirmek gibi refleksleri de yoktu. Kaderlerine razı olup daha az gol yemek istediler karşılaşma boyunca... Hem kendilerine ayıp ettiler, hem de İnönü'de "Zafer" olarak anılan sonuca...
O büyük günü, muhteşem geceyi 'tesadüf' statüsüne sokuverdiler. Her şeyden kötüsü, hangi Beşiktaş'ı tartışacağımız konusunda bizi ve taraftarlarını kararsız bıraktılar.
Gerçekten de Liverpool'u yenen Beşiktaş mıdır gerçek olan, yoksa dün çaresizce çırpınıp, boynu eğik olan kaderciler mi?
TOP SAĞLAM VE YÖNETİMDE
Kadrosundaki eksiklere rağmen düzeni ve planını oturtmuştu Ertuğrul Sağlam. Bobo'ya Delgado, Serdar Özkan ve Mehmet Sedef'le destek taşıyacaktı. Bilemeyeceği ama korkacağı gerçek ise defans dörtlüsü olarak önünde duruyordu. Bir çoğu milli takımlarda oynayan bu futbolcuların aslında Beşiktaş'ta ne işleri olduğunu sorgulayacak son test yapıldı Liverpool'da.
Ne Ertuğrul hocanın yapabileceği bir şey var, ne de yönetimin.
Onlara düşen sınırlarını iyi çizip, buna göre hedef geliştirmek.
Beşiktaş oyuncusu en azından nerede duracağını bilmeli, bu kaliteye sahip olmalı.
Bunlara sahip olmayanlara kalan hayatlarında başarılar dilemek, tedbirlerini düşünmek şimdi yönetimin, menajerin ve teknik heyetin görevidir.