Bu köşede 18 Ocak 2018'de "Suriye'de sadece Osmanlı olabilenler kalacak ve kazanacak" demiştim. Altı yıl sonraki gelişmeler öngörümüzü doğruluyor.
Zira Orta Asya, Hazar havzası, Ortadoğu ve Basra Körfezi'ndeki enerji kaynaklarının Doğu Akdeniz üzerinden Avrupa ve dünya pazarlarına açılan kapısı konumundaki Suriye'de iç çatışmalar yeniden alevlendi. Yükselen tansiyon nedeniyle dünyanın gözü doğal olarak bu bölgenin tarihi ve reel hegemonu konumundaki Türkiye'ye kilitlenmiş durumda.
Çünkü Suriye'deki bölgesel ve küresel güç savaşı sadece ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerin seyrini değil Rusya ve Çin'in pozisyonları yanında Transatlantik ilişkilerin dinamiğini, İran ve İsrail'in jeopolitik ihtiraslarını ve dolayısıyla dünya düzeninin gelecekteki yapısını da derinden etkileyecek gibi görünüyor.
Pentagon'un Fırat'ın doğusuna PKK/ YPG'nin belkemiğini oluşturduğu SDG adlı terör ordusunu ikame etme planı ABD'nin Suriye'deki yalnızlığını daha da derinleştirdi.
Zira ABD'nin Suriye'deki grand stratejisi Türkiye, İran ve Rusya arasındaki Astana sürecini bozup Suriye'deki iç savaşı daha da derinleştirmeye odaklı.
***
Rusya, Türkiye ve İran'ın amacı ise
ABD'nin 'Balkanlaştırma projesi'ni engelleyerek Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunmak. Bu yaklaşım
Çin ve Avrupa'nın jeopolitik çıkarlarına da daha fazla hizmet eden bir yaklaşımı kapsıyor.
Hemen herkes çıkarı için
Suriye'yi halkıyla birlikte yakıp yıkan ABD'nin Ukrayna, Gazze ve Lübnan'da bütün dünyayı
yeni bir kaosun içine çekmeye çalıştığının farkında.
Bu yüzden Suriye'de yeniden kızışan mücadele
büyük güçlerin jeopolitik çatışması ve bölgesel aktörlerin ise beka kaygısı şeklinde seyrediyor.
Suriye'de şu sıralar bütün dikkatler
Türkiye'nin 'smart power' denilen
'akıllı gücüne' kilitlenmiş durumda. Mesele, Türkiye'nin muhalifleri yönlendirip yönlendirmediğinden çok alevlenen bu çatışmaların özellikle de
Hama ve Humus'tan sonra
Şam,
Münbiç veya Fırat'ın doğusunu kapsayıp kapsamayacağında düğümleniyor.
Nereden bakılırsa bakılsın ABD, Rusya veya İran dâhil Türkiye dışındaki bütün aktörler artık Suriye'de
kötü ile çok kötü arasında bir akıbetle yüz yüze.
***
Bu anlamda Suriye'deki güç mücadelesine katılan aktörler arasında ve karşısında Türkiye'nin elini güçlendiren en önemli faktör ise
küresel sistemin geçirdiği yapısal dönüşüm.
Şu an sistemdeki karmaşa tarihte daha önce hiç görülmemiş cinsten bir şey. Eskiden tehditler
egemen bir devletin elinde toplanan güçle tanımlanıyordu. Bugün ise daha çok devlet gücünün dağılmasından ve
yönetimsiz toprakların artışından kaynaklanıyor.
Sürekli yayılan bu güç açığıyla hiçbir devlet yalnız mücadele edecek pozisyonda değil.
Yani süper güçlerin tek başlarına veya uzlaşarak dünyayı istediği gibi şekillendirdiği günler artık geçmişte kaldı. Unutmayalım ki Türkiye'nin kararlılığı
ABD ve Rusya arasında Eylül 2015'te Suriye'de devreye sokulan 'II. Sykes Picot' anlaşmasını işlevsiz kıldı.
Bu açıdan bırakın
emperyal güçlerin taşeronlarını, Suriye'de Türkiye'yi
karşısına alan emperyal aktörlerin bizzat
kendilerinin bile başarı imkânı çok sınırlı.
Bu jeopolitik determinizmden dolayı
Suriye'de Pax-Ottomana'yı (Osmanlı Barışı'nı) aratmayan bir konsensüs sağlanmak zorunda. Çünkü Osmanlı evrenselliğine dayanmayan bu tarz bir
büyük uzlaşı olmadan hiçbir aktör veya projenin
ayakta kalma dinamiği ne yazık ki yok. İşte bu yüzden Suriye'de sadece Osmanlı kalabilenler ve Türkiye ile hareket edenler kazanacak. Diğerlerinin bir şansı yok.