Dünya üzerindeki çoğu ülkede genel bir trende dönüşen sosyo-ekonomik, ahlaki, demografik, kültürel, etnik, mezhebi ve jeopolitik krizlerin temeli aslında siyasetteki çürümeye ve siyasi sınıflardaki erdem kaybına dayanıyor. Bir bakıma ailenin ölümü, sanattaki işlevsizlik, değerlerin ucuzlaşması, nihilizmin popülerleşmesi ve vicdan erozyonunun nedeni insani faziletleri merkeze alan düşünce, fikir ve inanç yerine politikaya çıkar gruplarının ve paralı lümpenlerin yön vermesidir.
Bu da hak ve özgürlüklere endeksli siyasetin çöküşüne yol açıyor. Bunun yerine popülist siyaset öne çıkıyor. Haliyle siyasetteki inanç, fikir ve ideolojilerin ölümü artan politik kutuplaşmalarla tezat oluşturuyor görünebilir.
Ancak günümüzdeki kutuplaşmanın siyasi saiklerden kaynaklanmadığını bilmek lazım. Derinleşen tarafgirliklerin kaynağında ya kişisel ya da belli bir aşiret, cemaat veya azınlığın çıkarları var. Bu da siyaseti bir erdemliler hareketinden çıkarıp onu ister istemez performatif bir gösteriye, PR çalışmasına ve Makyavelist yarışa dönüştürüyor.
***
Eskiden oy isteyenler de oy verenler de belli bir ilke ve inanç sistemine sahipti. Zenginler ve fakirler, halk ya da elitler ayırımından ziyade 'ülkeye ve vatandaşa hizmet' prensibi belirleyiciydi.***
Doğu ya da Batı, gelişmiş ya da az gelişmiş fark etmiyor. Dünya genelinde bu yıl Fransa, İngiltere, Rusya, Hindistan ve Türkiye dâhil onlarca farklı ülkedeki seçimlerde hep aynı sosyo-kültürel tabloyu görüyoruz. Yıl sonuna kadar onlarca ülkede daha seçim yapılacak. Küresel çaptaki 'demokratik yarışlar' 5 Kasım'daki ABD seçimleriyle sona erecek.