Avrupa'daki seçim sonuçları, küreselcilerin kıtaya dayattığı 'yeşil emperyalizm'e karşı şimdiden tarihi bir isyanın simgesine dönüştü. Zira birçok uzmanın da işaret ettiği gibi sonuçlar, sanayisizleşme yanında getirdiği yeni vergilerle modern nimetlerden yararlanmaya alışmış Avrupalı halkları taş devri şartlarında yaşamaya zorlayan iklim ekonomisi, yenilenebilir enerji ve net sıfır emisyonu benzeri yeşil politika dayatmalarına bir reddiye olarak okunuyor.
Zaten tabloya baktığımızda en çok kaybeden partilerin iklim oligarşisinin taleplerini militanca savunan Yeşiller ve Liberaller olduğunu görüyoruz.
Öyle ki Türkiye'yi en çok ilgilendiren başlık da bu görünüyor.
Çünkü iklim oligarşisinin 'yeşil sanayileşme' politikası tam anlamıyla 'gelişmekte olan' ülkeleri 'gelişmemeye endeksleme' stratejisidir.
***
Avrupa'nın zenginliği bile ABD'nin dayattığı 'iklim ekonomisini' finanse edemezken sanayisini
fosil yakıtlar ve nükleer enerji olmadan gelişmiş ülkelerin düzeyine ulaştırmanın imkânsız olduğu
Türkiye gibi aktörlerin
güneş ve rüzgârla kalkınabileceklerine inanmaları ve kaderlerini hava şartlarına bağlamaları her açıdan
jeopolitik körlüktür.
Unutmayalım ki iklim ekonomisi de ABD'nin 1990'lardaki
'küreselleşme stratejisi' gibi dünyaya dayattığı
hegemonya manivelalarından biridir.
Dolayısıyla bir emperyal hegemonya aygıtı olarak yeşil enerji politikası, ABD'nin fosil yakıta ve nükleer güce dayalı
Rusya ve Çin gibi ülkelerin ekonomilerini hedef alan
yeni küresel stratejisidir.
İşte tam da burada Türkiye'nin iklim lobisinin rüzgârına kapılıp her alanda
'karbon ayak izine vergiyi, yeşil dönüşümü ve net sıfır emisyon' benzeri başlıkları gündemine alıp mevzuatını değiştirdiği bir dönemde ileri teknolojiye sahip Avrupa'nın
'yeşil külfetten' kurtulmanın yollarını araması oldukça düşündürücü.
***
Neden acaba? Çünkü Avrupa'nın ana sorunlarının başında iklim ekonomisinin yol açtığı krizler geliyor. Zira seçimlere
göç, İslam ve net sıfır emisyonu düşmanlığı damga vurdu.
Bu nedenle iklim değişikliği politikalarına karşıtlığın şekillendireceği
yeni siyaset Fransa ve Almanya'nın ulusal stratejilerini değiştirecektir. Ayrıca bu iki aktörün AB'deki lokomotif konumları kıtanın göçten savunmaya, ekonomiden Türkiye,
Rusya ve
Çin ile ilişkilere kadar her alandaki küresel gidişatını da derinden etkileyecektir.
Bu yüzden AB'nin değişen siyasi iklimiyle
Türkiye'nin izlediği
iklim siyasetini karşılaştırmakta sonsuz faydalar var.
Bu pencereden bakınca Avrupa'nın terk ettiği 'eski iklime' talip olmak küresel iddialara sahip Türkiye için '
gelişememe sendromuna' yakalanmayı kaçınılmaz hâle getirecektir.
Yani
'gelişmekte olan ülke paradoksu'nu bir türlü aşamayacak ve
gelişmiş ülke konumuna bir türlü yükselemeyeceğiz.
Zaten emperyal merkezin de
bizden istediği bu değil mi?