Türkiye küresel siyasette dengeleri değiştiren ve yeni dengelerin kurulmasına yol açan özerk dış politikası ile her cepheden ve kıtadan ülkeye ilham veriyor. Sadece İslam ülkeleri için değil yeni bir dünya arayışındaki 'reelpolitik' açıdan 'yükselen güç' kategorisindeki ülkeler için de Türkiye küresel bir trende ve cazibe merkezine dönüşmüş durumda.
Hem ABD liderliğindeki 'Imperium'a hem de ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin arasındaki çıkar ve rekabete dayalı '5 büyük devletin dizayn ettiği dünya düzenine' karşı da ilk özerk stratejileri izleyen ülke olarak tarihe adını yazdıran Türkiye, elde ettiği başarıyla küresel çapta uluslararası siyasetin dinamiklerini yeniden belirlemeye başladı.
En önemlisi de Atlantik bloğunun 'Roma locuta, causa finita/Roma konuştu, dava kapandı' şeklindeki emperyalist nobranlığın ezberlerini bozarak 'Siyah Kuğu' işlevi gören Türkiye, Ortadoğu başta olmak üzere Avrupa, Asya ve Afrika'dan birçok ülkenin teveccühünü kazanırken Müslüman halkların kalbinde ise adeta taht kurdu.
Kısa sürede küresel bir alternatife dönüşen Türkiye emperyal statükonun 'askeri Keynesçilik' denilen en ölümcül saldırılarını dahi 'siyasi ve jeopolitik sermayesi' ile püskürttü. Böylece dünyaya, Batı'dan gelen ekonomik şoklara karşı nasıl direnilebileceğini kendi pratiğiyle gösterdi.
***
Geldiğimiz aşamada ABD hâlâ ağırdan alsa da Rusya ve Çin küresel rekabet stratejilerini Türkiye benzeri aktörlerin özerk konumunu ciddiye alarak yeniden belirliyor.
Zira Türkiye izlediği özerk ve bağımsız stratejiyle bugün bir
'küresel merkezi devlete' dönüşmüş halde. Türkiye'nin elde ettiği bu
jeopolitik özerkliğe İslam dünyası başta olmak üzere Brezilya, Hindistan, Güney Kore ve Güney Afrika yanında Macaristan, Polonya, Kanada, İtalya, İspanya,
Almanya, Fransa ve Japonya gibi Atlantik ittifakı içindeki ülkeler dahi gıpta ile bakıyor. Dolayısıyla
yükselen güç aktivizmini simgeleyen Türkiye'nin tavrı, ABD ve diğer küresel aktörlere
meydan okumanın da ötesinde bir mahiyete sahip.
Kuşku yok ki bu tavır uluslararası siyasette
bir sapmadan çok yeni bir norma işaret ediyor. Nitekim Türkiye'den sonra Suudi Arabistan da ABD'ye 'hayır' diyebildi. Endonezya, ABD'nin karşı çıkmasına rağmen Rusya'yı ev sahipliğini yaptığı G20'ye çağırdı.
Almanya, Çin ile
yeni bir Soğuk Savaş fikrine karşı çıkarken
Fransa, 2022
Ulusal Stratejik Belgesi'nde "Dengeli bir güç
olan Fransa
blok jeopolitiğine kilitlenmeyi reddediyor" çıkışında bulundu.
***
Bütün bunlar,
Amerikan vesayetine karşı amansız bir savaş veren
Türkiye'yi hatırlatan hareketler.
Taraf seçmekten kaçınan ve bütün büyük güçlerle aynı anda ilişkilerini sürdürmeye çalışan Türkiye, Rusya ve Ukrayna savaşında sergilediği pratikle bu stratejiyi adeta
küresel bir norma dönüştürdü.
Haliyle Türkiye'nin yeni dış politikasını
Rusya ve Çin'e bir kayma değil her blokta ayakta kalabilen ve
büyük güç rekabetini yöneterek kendi çıkarlarını önceleme kabiliyeti olarak okumak lazım. Türkiye bir anlamda küresel statükonun sunduğu sistemik kaosa karşı, yeni bir pratik sunuyor.
Sıfır toplamlı bir rekabet ve iki kampa sıkışmış bir tercih yerine
daha spektral ve çoğulcu bir jeopolitikayı temsil ediyor.
Bu kapsamda Türkiye olgusu, statükocu algıları değiştiren yeni bir gerçekliğe işaret ediyor. Fakat küresel norma dönüşen bu trendin devam etmesi,
Sayın Erdoğan'ın sandıktan zaferle çıkmasına bağlı. Bu nedenle 14 Mayıs sadece ülkemiz için değil küresel siyaset için de hayati bir aşamayı simgeliyor.
Çünkü
olası bir kaza ülkemiz kadar dünyanın geleceğini de derinden sarsacaktır.