Batı dillerinden Türkçe'ye geçen ve orijinali 'apologia/ apology' olan 'apoloji' kelimesi bizde 'övgü, savunma ve özür' anlamlarına geliyor. Fakat günlük dilde daha çok negatif bir mahiyete sahip olan apolojik yaklaşım, hatalarını özür dileyici bir tarzla meşrulaştırmaya, yanlışlarını haklı göstermeye ve karşı tarafın şüphelerini sinsi yollarla gidermeye ağırlık verme manasında kullanılıyor.
Uluslararası siyasette ise 'apolojik strateji'yi 'bir devletin savunmacı bir taktikle çıkarlarını pazarlama ve meşrulaştırma kumpası' şeklinde tanımlamak mümkün.
İşte bu kumpasçı anlayış hem ABD'nin hem de onun taşeronluğuna soyunan ülkemizdeki muhalefetin terör örgütü PKK/YPG'yi pazarlamasının iskeletini oluşturuyor. Çünkü 'iktidar önce dilde kurulur...'
Ancak Türkiye'nin kararlı duruşu ve değişen bölgesel konjonktür ABD'nin bu iki yüzlü 'Apo-lojik' siyasetinin de sonunu getirmek üzere. Özellikle Türkiye, Rusya, İran ve Suriye arasında başlayan ön görüşmeler şimdiden ABD'yi paniğe sevk etmiş durumda.
Son haftalarda Genelkurmay Başkanı ile CENTKOM Komutanı'nı Suriye'nin kuzeyindeki bölgelere göndererek terör örgütüyle samimi pozlar veren Amerikan yönetimi, bir yandan da Türkiye'yi oyalayıcı kirli retoriğini devam ettiriyor.
***
ABD'nin PKK/YPG ile işbirliğini perdelemeye çalışan kirli söylemini
Irak'taki helikopter skandalında yeniden gördük.
Pentagon sözcüsü terör örgütüne askeri helikopter vermediklerini ileri sürdü.
Ancak aynı sözcü Aralık 2022'de DEAŞ'ın
Rakka'da bir dizi saldırı başlatmasını bahane eden
ABD ordusunun PKK/YPG militanlarıyla bölgeye yeniden konuşlanmasından nedense hiç bahsetmedi.
Zira
Rakka şehir merkezine ve çevresine yerleşen PKK/YPG destekli
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tanksavar ve askeri helikopter dâhil ağır silahlarla donatılırken bölgedeki diğer hava pistleri de yeniden restore edildi.
Bu çerçevede ABD'nin
apolojik söyleminin sütunlarından biri de
SDG stratejisi. Terör örgütü yardım ve yataklığı deşifre olduğunda ABD hemen PKK/YPG'ye değil DEAŞ ile savaşan SDG'ye yardım ettiği 'savunmasına' geçiyor.
Yani Türkiye için siyasi bir
beka sorununu apolojik çarpıtmayla görmezden geliyor. Hatta daha da ileri giden ABD, Türkiye'yi PKK/ YPG'nin bir
terör devleti kuracağı düşüncesinde olmadığına inandırma cüretinde bile bulunabiliyor.
***
Bir bakıma endişelerimizi önemsemeyen ABD, bize kendi
DEAŞ kurgusu üzerinden inşa ettiği
fantastik endişelerini dayatıyor.
Nitekim Mart 2019'da
Donald Trump, Suriye'deki
'terörizmi ortadan kaldırma' misyonunun bittiğini açıklamıştı. Yedi ay sonra da ABD güçleri DEAŞ lideri
Ebu Bekir El Bağdadi'yi İdlib'de öldürdü.
Bu tarihten sonra Suriye'nin kuzeyindeki askerlerini çeken ABD,
Haseke ve Deyrizor ile
Irak-Ürdün sınırındaki İsrail'in stratejik çıkarları bakımından önem taşıyan
El Tanf üssüne yerleşti.
Fakat
Joe Biden iktidara gelince bütün planlar değişti. DEAŞ'ın yeniden serpilmesine izin verildi.
YPG denetimindeki
El Hol kampı ve Haseke'deki El Sina hapishanesinden 'kaç(ırıl)an' DEAŞ üyeleri Suriye'de yeniden faaliyete
geçti.
Türkiye'nin Şam ile yeni bir sayfa açma hazırlıkları başlar başlamaz DEAŞ saldırılarını bahane eden ABD güçleri ve denetimindeki PKK/YPG militanları yeniden
Halep'in kuzeyindeki M4 karayolu üzerindeki Lafarge üssüne ve Rakka'ya geri döndü.
SDG denetimindeki bölgeleri
Sezar Yasası'ndan muaf tutan ABD'nin PKK/ YPG kontrolündeki yerlerin
'özerkliğini sağlamlaştırma' hedefine hız verdiğini görüyoruz.
Fakat 14 Mayıs'tan sonra ABD ve taşeronlarının ikiyüzlü 'Apo-lojik' stratejiyle inşa ettikleri bütün yapılar
kumdan kaleler gibi yıkılacaktır.
Zira bu tarihten sonra bölgede dengeleri kökten değiştirecek yeni bir süreç başlayacak.