ABD ve Avrupa'nın aynı anda farklı bahanelerle Türkiye'ye yönelik göstermelik yaptırımlara başvurması aslında bir çağın kapandığının da işaretidir. Ya da yeni bir çağın kapısının aralandığının... Avrupa Birliği (AB) Doğu Akdeniz'deki sismik faaliyetleri; ABD ise Rusya'dan S-400 füzelerinin satın alınmasını gerekçe gösterip yaptırım kararı aldı.
Genellikle İran, Irak, Suriye, Rusya, Çin, Küba, Venezuela ve Kuzey Kore gibi 'düşman ilan ettiği' ülkeleri hedef alan Atlantik bu kez NATO'daki stratejik ortağına kılıç çekti.
Paradoksal bir durum söz konusu... NATO'da müttefikiz ama ABD'nin Hasımlarıyla Mücadele Yasası CAATSA'ya göre düşmanız. Bu jeopolitik dilemma her açıdan Atlantik ile Türkiye'nin bir yol ayrımına geldiğinin de kanıtıdır. Eş zamanlı gelen yaptırım hamleleri, Atlantik ile Pasifik arasındaki kuşakta küresel siyasetin merkez ülkesi Türkiye'ye yönelik kuşatmada yeni bir aşamaya geçildiğini de gösteriyor. Önce içerideki vesayet odakları, terör örgütleri, sokak hareketleri, ekonomik manipülasyonlar ve 15 Temmuz darbe girişimi üzerinden saldırılar başladı. Ardından Rusya, İran ve Irak'ın kuzeyindeki Kürt yönetiminin referandum kararı ile Suriye'nin kuzeyindeki Rojava projesi üzerinden bölgesel krizlerin provası yapıldı. Peşi sıra Yunanistan, İsrail, BAE, S. Arabistan, Mısır ve Fransa'nın başını çektiği blokun Türkiye'yi rehin alma stratejileri devreye sokuldu. Bütün bu sinsi senaryolar akamete uğrayınca son olarak şimdi emperyalist merkezdeki efendilerin olaya bizzat kendilerinin el attığını görüyoruz.
Öyle görünüyor ki beka kaygısı artan Atlantik'in akıl tutulması daha da derinleşecek. Ne var ki korkunun ecele faydası yok. Zira bu kararlar her açıdan bir tükenmişliğin sembolüdür. İhanet eden ABD ve AB'nin kendisi iken bakıyoruz ev sahibini bastıran yavuz hırsız misali, Türkiye'yi sanık sandalyesine oturtmaya kalkıyorlar. Her tür kumpas ve düşmanlığa başvuran Atlantikçiler, hesap vermek yerine bir de utanmadan hesap sormaya kalkıyor. Oysa dünyanın gidişatı ve küresel konjonktür değişiyor. Akıntıya karşı kürek çeken Atlantik'in yeni dünya ve yeni Türkiye realitesini kabul etmekten başka bir seçeneği yok. Bunu FETÖ'nün kurucu babalarından CIA'nın eski Türkiye şefi Graham Fuller'in kendisi bile itiraf ediyor. Bir zamanlar Türkiye'de askeri darbe senaryolarının karargâhı konumundaki Hudson düşünce kuruluşunda çalışan Michael Scott Doran da son yazısında hayal âlemindeki Atlantik'i uyandırmaya çalışmış.
Princeton ve New York üniversitelerinde Yakındoğu dersleri veren Profesör Doran, ABD yönetimine Türkiye ile acilen stratejik diyalog kurması tavsiyesinde bulunuyor. Çin'in izlediği agresif siyasetin ABD'yi zorladığını itiraf eden Doran, "Ankara, Moskova ve Tahran arasındaki yumuşama ABD'yi Ortadoğu'dan yok edecektir. Bu riski bertaraf etmenin tek yolu Türkiye ile diyaloğun en öncelikli gündem olmasıdır" diyor.
Politico sitesinde "Erdoğan Batı'nın baş etmesi gereken bir probleme dönüşüyor" diye zırvalayan Sorosçu kalemşorlardan Paul Taylor'un aksine Profesör Doran ABD'ye şu tarihi çağrıda bulunuyor: "İran, Rusya ve Çin'i frenlemek istiyorsan Türkiye'nin jeostratejik kaderini engellemeye çalışmaktan vazgeç."
Dolayısıyla manzara öyle emperyal kompleksle yazan Ömer Taşpınar'ların resmettiği gibi değil. "Yeni yönetim, Erdoğan'ın artık kasabada yeni bir şerif olduğunu anlamasını sağlayacak" diyen Taşpınar, Asia Times'taki yazısında ergen bir ihtirasla "Biden, Türkiye'ye nasıl yanıt verecek?" diye sormuş. Halbuki asıl mesele Sayın Erdoğan'ın Batı'ya nasıl bir yanıt vereceğinde düğümleniyor. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye haritasını yanlış okuyan Atlantikçilerin acilen yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Yoksa bu 's-trajik kararları' Atlantik'in son çırpınışları olarak tarihe geçebilir.