Uluslararası ilişkilerde temel kuraldır. İnsanlar birbirlerinin niyetini bilmez ama devletler bilir. Bu bağlamda Türkiye'nin devlet aklı, dünyanın nasıl bir süreçten geçtiğini ve küresel aktörlerin hangi stratejik amaçlara yöneldiğini görüp buna uygun 'Osmanlı evrenselliği veya kozmopolitanlığı' diyebileceğimiz bir medeniyet refleksiyle hareket ediyor.
Asırlardır hasretini çektiğimiz bu siyaset tarzı göğsümüzü kabartıyor. Yeni Türkiye'nin devletten medeniyete doğru giden bu yolculuğu, elbette zihniyetleri sorunlu kesimlerin havsalalarına sığmıyor.
Atlantik'in narkotik kavramlarıyla şuurları uyuşmuş olanlar haliyle ne Yeni Türkiye'yi ne de ete kemiğe bürünmeye başlayan yeni dünyayı kavrayabiliyor.
I. ve II. Dünya Savaşları ile Soğuk Savaş veya 'terörle savaş' dönemlerinden kalan 'emperyal satüko' yani dünya sistemini ayakta tutan siyasi, askeri ve ekonomik küresel mimari yıkılıyor.
Bu değişimin sancılarını Avrupa'dan ABD'ye, Venezuela'dan Güney Çin Denizi'ne, Afganistan'dan Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya'ya, Ukrayna'dan Aden Körfezi'ne, Mali ve Somali'den Kafkasya ve Kırgızistan'a kadar uzanan sıcak hatlarda hemen her gün farklı krizlerle tecrübe ediyoruz. Bir bütün olarak dünya elbise değiştiriyor.
Eğer bölgemize ve dünyaya bu gözle bakamazsak ne 15 Temmuz destanını, ne Suriye ve Libya'daki ezber bozan hamleleri ne Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'ta tarih değiştiren adımları ne de Sovyetler döneminin tek çözülmemiş sorunu olan Dağlık Karabağ'a Türkiye'nin vurduğu tarihi neşteri anlayabiliriz.
***
Belarus ve Kırgızistan'daki başarısız Sorosvari kadife devrim girişimleri ile Dağlık Karabağ sorunu ve diğer krizlerde Batı'nın sergilediği akıldışı tavırlar aslında Atlantik'in yükselen Avrasya karşısındaki son çırpınışlarıdır.
Genel manada yeni dünyanın Türkiye, Rusya ve Çin'in taleplerine göre şekillendiğini görüyoruz. ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Yunanistan, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır'ın savunduğu Anglo- Saksonların bir asır öncesinden kalma köhne sistemi her yerinden çatırdıyor.
Sayın Erdoğan'ın 'dünya beşten büyüktür' söylemi ve Rus lider Putin'in 'çok kutuplu dünya' arzusu ile Çin'in 'küresel harmoni' anlayışı, yeni küresel jeo-politiğin temellerini oluşturuyor..
Dolayısıyla 2015 jet krizi, 2016 Büyükelçi Andrey Karlov suikastı ile Suriye ve Libya krizi gibi testleri aşan Rusya- Türkiye ilişkileri Dağlık Karabağ sınavından da başarıyla geçiyor. Zira iki ülke arasındaki stratejik otonomi perspektifi her tür sorunu aşacak mahiyete sahip.
Çünkü Putin daha 2019'un başında boşuna Sayın Erdoğan'a yeni Avrasya'yı beraber dizayn etme teklifinde bulunmadı. Bu anlayışla hareket eden iki lider Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'den sonra şimdi de Kafkasya'da küreselcilerin tezgâhlarını birer birer akamete uğratıyor.
Beştepe ve Kremlin arasında 'bağımsız devletlerin jeopolitik birliği'ne dayalı yeni strateji öyle görünüyor ki sadece Kafkasya'nın değil büyük Avrasya'nın da geleceğini dizayn edecektir. İşte bu düşüncenin kuvveden fiile geçmesi bile sömürgeci Atlantik muhiplerini çıldırtmaya yetiyor.