Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BERCAN TUTAR

‘Ayasofya Devrimi’

Ayasofya'ya 86 yıl önce vurulan prangaların kırılması, Lozan parantezine alınan Türkiye'nin artık bir 'vesayet yurdu' olmadığının da ilanıdır aynı zamanda.
Türkiye'nin tarihi kimliğiyle kucaklaşması anlamına gelen bu jeo-kültürel hamle kim ne derse desin sadece ülkemiz için değil İslam dünyası adına da yeni bir çağın başlangıcıdır.
Unutmayalım ki Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla birlikte Ortadoğu'da Türk idaresinin yerini Avrupa emperyalizmi aldı.
Osmanlı o dönemde bile küresel dengeleri alt üst eden bir güce sahipti. Nitekim Osmanlı cephesi, Avrupa'nın Büyük Savaşı'nı Birinci Dünya Savaşı'na çevirmiş ve üç dört ayda biteceği varsayılan savaş dört yıl uzamıştı.
Sonunda İslam dünyasına egemen olan sömürgeciler, bütün ülkelere Fransa'nın eski Beyrut Başkonsolosu Charles François Georges-Picot ile İngiliz Lordu Kitchener'in Ortadoğu danışmanı Sir Mark Sykes'in belirledikleri keyfi sınırları ve yönetim sistemlerini dayattı. İşte bu nedenle sömürgecilerin bıraktığı kanlı miras, dünyanın diğer bütün bölgelerinden çok daha fazla hâlâ Ortadoğu'da hissediliyor.

***

Özellikle de Osmanlı'nın devamı olan Türkiye'yi her açıdan kuşatma altına alan emperyalistler yüzyıldır bize nefes dahi aldırmadılar. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Irak ile olan 354, İran ile olan 500 ve Suriye ile olan 911 kilometrelik sınırımıza döşenen tarihi ve kültürel mayınlar, bir anlamda Türkiye ile İslam dünyası arasına örülmüş birer Berlin Duvarı veya Çin Seddi işlevi gördü.
Kafkasya sınırlarımıza Demir Perde çekilmiş Balkanlar'daki 400 yıllık tarihimize ve oradaki Türklerle diğer Müslüman halklara ise sırtımızı çevirmiştik.
En acıklısı da Fethin sembolü olan Ayasofya'ya vurulan zincirlerdi. Ancak hamdolsun önce Batı güdümlü vesayetçiler yenilgiye uğratıldı. Ardından da siyasi ve kültürel dünyamıza döşenen mayınlarla demir perdeleri birer birer yok etmeye başladık.
Ve nihayet Fethin sembolü olan Ayasofya'da İngilizlerin değil 'iki kıtanın ve iki denizin hükümdarı' olan Sultanü'l- Berreyn ve Hakanü'l-Bahreyn Fatih Sultan Mehmed Han'ın talebi hayata geçti.

***

Bu bağlamda Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması kararı her şeyden önce 'vesayet dönemi'nin sona erdiğine işaret ediyor. İç ve dış politikamızda bizi Atlantik bloğunun güç haritasına eklemlemeye çalışan 'stratejik körlük' çağı kapanıyor. Artık 'küresel iç politikamıza' dayalı daha realist bir değerler dizisi devreye girecek.
Bu yüzden de hem içimizdeki gönüllü kölelerin hem onları üstümüze salan efendilerin maruz kaldığı hezimet her geçen gün daha da büyüyecek.
Dolayısıyla küresel aktör olmaya endeksli 'başkanlık süreci' ile iç ve dış politikada bir bakıma bütün krizlerin teker teker aşıldığı yeni bir tarihi aşamaya geçiyoruz.
Bundan sonra tıpkı büyük devletlere özgü ve çıkarlarımıza dayalı 'milli bir politika parametresi' rotamızı belirleyecek.
Yani emperyalist güçler tarafından küçük devletlere empoze edilen iç ve dış politikada birbirinden ayrı stratejiler izleme dönemi kapanacak.
Sayın Erdoğan liderliğinde son 18 yıldır her açıdan Batı'yı büyü bozumuna uğratan Türkiye, tarihi Ayasofya kararı ile Sykes-Picot'ların tarihimize giydirdiği bir deli gömleğini daha parçalamıştır.
Hâsılı kelam...
Bütün bir yirminci yüzyılı kendini, tarihini ve kültürünü inkârla heba eden eski Türkiye, trajik bir vazgeçişin öyküsüydü. 'Ayasofya devrimi'nin sembolize ettiği süreç ise Batı'ya katlanmaktan vazgeçen Yeni Türkiye'nin her açıdan destansı dirilişinin; evine, yurduna, insanına, tarih ve kültürüne yeniden dönüşünün öyküsüdür.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA