ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun Yüzyılın Anlaşması adını verdikleri sözde barış planı her açıdan tam bir jeopolitik rezalete işaret ediyor.
Donald Trump'ın Batı Şeria, Ürdün Vadisi ve Kudüs'ün İsrail tarafından ilhakını öngören planını Batı dünyası, Rusya ve Çin diplomatik açıdan müzakere edilebilir buldu.
Katar ve Ürdün dışındaki Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Umman gibi ülkeler ise bu haysiyet kırıcı teklife açıktan destek verdi.
Diğer Arap ülkeleri ise kafalarını kuma gömdü.
Filistin'in köleleştirilmesini ve zamana yayarak parça parça ilhakını öngören bu kirli tezgâha dünyada yüksek sesle karşı çıkan ülkeler Türkiye ve İran oldu.
Trump'ın İsrail şovuna dönüşen planın jeo-politik açıdan savaş ve Yahudi lobisinin Filistin sorunu üzerinden Ortadoğu, Körfez ve Doğu Akdeniz'i yeniden dizayn senaryosu olduğunu unutmayalım.
Zira Filistin'i tasfiye amacını güden bu plan bir bakıma Yeni Balfour Deklarasyonu'dur.
1917 yılında İngiltere dışişleri bakanı Arthur Balfour'un girişimiyle başlatılan ilk Balfour Deklarasyonu, Filistin'de bir Yahudi devletinin (İsrail) kurulmasını öngörüyordu.
Bu aşama tamamlandı.
Sırada Filistin'in ilhakı ile İslam dünyasının siyasi iradesinin teslim alınması süreci var. Bu yolla Ortadoğu'nun bir yüzyıl daha kaos ve ölüm yurdu olması planlanıyor.
***
181 sayfalık ilhak planını sadece iç siyasi kaygılarla hareket eden Donald Trump ve Benyamin Netanyahu'nun
kişisel tercihlerine indirgemek hata olur.
Doğrudur, iki isim de seçime hazırlanıyor. İkisi de kazanmak için
ruhlarını şeytana satmaya hazır. İkisi de iktidarda kalmak için
savaş ve Yahudi lobisinin esiri konumunda.
Azil süreciyle karşı karşıya olan
Trump'ın 3 Kasım'daki seçimlerden başarıyla çıkması bu iki lobi ile
siyonistevanjelik çevrelerin kaos planlarına destek vermesine bağlı.
Benzer şekilde Netanyahu'nun da hakkındaki
yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarına karşı dokunulmazlık zırhını koruyabilmesi ancak savaş lobisine teslim olmasıyla mümkün.
Bu çerçeveden bakınca zamanlama açısından barış ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir girişim var karşımızda.
ABD-İsrail ilişkilerinde uzman olan
Bar-Ilan Üniversitesi siyaset bilimcilerinden
Jonathan Rynhold'un da işaret ettiği gibi bu hamle
darboğazdaki Trump ve Netanyahu'yu kurtarmayı da hedefliyor.
Bu sayede Trump azil tehdidinden kurtulup seçimlerde
siyonist- evanjelik oyları garantileyecek.
Nisan ve Eylül 2019 seçimlerinde hükümet kuracak
çoğunluğa ulaşamayan
Netanyahu da
2 Mart'taki seçimlere çok daha güçlenmiş
olarak girecek.
***
Bu bağlamda el ele veren Yahudi ve savaş lobileri için kaos senaryolarını hayata geçirmede Trump ve Netanyahu'dan daha uygun iki aday olamazdı.
1974'de azil süreciyle karşı karşıya kalan Richard Nixon gibi 1996'da iç politikada
zor günler yaşayan
Bill Clinton da benzer şekilde Filistin sorununda
İsrail'den yana hamleler
yaparak savaş ve Yahudi lobisinden
destek aramışlardı.
Dolayısıyla İsrail ve Amerikalı siyasetçilerle savaş ve Yahudi lobisi arasındaki
emperyal sembiyotik ilişki zincirini kırmak çok zor görünüyor.
Zamanı gelince aynı senaryoyu farklı aktörlerle devreye sokabilen bu kirli odaklar hala çok güçlü bir pozisyonda bulunuyor.
Eğer
Yeni Balfour Deklarasyonu'na karşı birleşemezsek İslam dünyası bir yüzyıl
daha yine kaosa esir düşecektir.
Bu rezalete dur demenin tek yolu sadece Türkiye gibi dik durmaktan ve direnmekten geçiyor.