Zaman hızla akarken devran da yavaş yavaş değişiyor. Soğuk Savaş'ın bitişinin üzerinden 30 yıl, 11 Eylül saldırılarının üzerinden 20 yıl, Anadolu'daki Sessiz Devrim'in üzerinden 18 yıl, Afganistan ve Irak işgallerinin üzerinden 17 yıl, Rusya-Gürcistan savaşının üzerinden 12 yıl, Arap Baharı'nın üzerinden ise 10 yıl geçti..
Sayın Erdoğan liderliğindeki reformlar sayesinde Türkiye 18 yıl içinde Anadolu ülkesinden bir dünya devletine dönüştü. Bu süre zarfında Ortadoğu, Asya, Avrupa, Afrika, Latin Amerika, Hint-Pasifik bölgesindeki güç haritalarında da köklü değişimler oldu.
Dünyanın Çin ve ABD arasındaki rekabete odaklandığı süreçte küresel dinamiklerde Türkiye ve Rusya'nın ağırlığının giderek arttığı çok kutuplu bir döneme giriyoruz.
ABD ve Çin arasındaki II. Soğuk Savaş ekonomi ve teknoloji alanında çoktan başladı. Küreselleşmenin yerini ABD'nin temsil ettiği ekonomik ve demokratik faşizmle Çin'in temsil ettiği 'ticari komünizm/devlet kapitalizmi' ideolojileri alıyor.
ABD liderliğindeki Atlantik'in 'terörle savaş' adı altında İslam dünyasını yeniden dizayn etme ve yeni devletler inşa etme süreci fiyaskoyla sonuçlandı.
Adeta ölüm ve terörün tema parkına çevrilen İslam dünyasında bir tek Türkiye sakin ve huzurlu bir ada olmayı başarabildi.
Ne var ki eski küresel sistemin kurbanları sadece Müslümanlar ve üçüncü dünya halkları değil. Sosyal ve ekonomik güçleri zayıflayan Avrupa ve ABD'deki modern paryalar da adalet, eşitlik ve özgürlük için bugün sokaklarda.
2017 ve 2018 Ulusal strateji belgelerinde Çin ve Rusya'yı düşman ilan edip büyük güçler arası rekabet çağını başlatan ABD Başkanı Donald Trump'ın Kuzey Kore, İran ve Venezuela'ya yönelik maksimum baskı politikası maksimum başarısızlıkla sonuçlandı.
ABD, Sovyet Rusya ile Soğuk Savaş'ta Çin'i yanına çekmeyi başarmıştı. Ancak şimdi Amerikan yönetimi Çin'e karşı rekabette Türkiye ve Rusya'yı yanına çekmekte zorlanıyor.
İşte burada II. Soğuk Savaş'ın kaderini belirleyecek en önemli jeo-politik faktör olan Doğu Türkistan meselesi Çin'in tam anlamıyla 'aşil topuğu' konumunda. Atlantik'in 'önce ateş edip sonra nişan almaya' dayalı yıkım politikaları gibi Çin'in de imhaya endeksli stratejileri iflas edecektir. Dolayısıyla bu kuralsızlık çağı artık kapanmak zorundadır. Kazananlar ve kaybedenlerin yeniden birleşmesi gerek.
Özellikle Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de yeni denge olan Türkiye ve Rusya'nın karşılıklı fayda üzerine kurdukları dinamizm, küresel siyaset için bir alternatif konumunda.
Bu nedenle sadece ABD ve Çin arasındaki rekabette değil Orta Asya, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'da da Türkiye'nin ağırlığı giderek artıyor.
Küresel ve bölgesel arenada sığınılacak bir limana dönüşen ve gücünü yapıcı kullanan Türkiye vizyonu öne çıkıyor. Suriye ve Libya krizlerindeki pratiğiyle göz dolduran Türkiye, artık küresel siyaset paradigmasındaki değişimi sembolize ediyor.
Başkan Erdoğan boşuna, "Küresel barışın yolu artık Türkiye'den geçiyor" demedi. Türkiye'nin güçlenmesi bölgemiz başta olmak üzere dünyayı da demokratlaştırıyor.
Ve ne ilginçtir küresel siyasetteki bu kan değişimi en çok da Batı'nın taşeronluğunu yapan ülkemizdeki malum çevrelerin kimyasını bozuyor.