Neredeyse herkes şunda hemfikir. Küresel siyasette ABD'nin tek süper güç olduğu dönem sona erdi. Deyim yerindeyse dünya 'post-American world' denilen 'hegemonya sonrası' bir süreçten geçiyor.
Ve haliyle çevredeki kriz merkeze de sıçramış durumda. Refah ve gücü temsil eden Atlantik (ABD ve Avrupa) bugün siyasal, sosyal ve ekonomik darboğazların girdabında.
ABD'de halkın seçtiği Donald Trump ile bürokratik vesayeti temsil eden 'derin devlet' arasındaki çete savaşları gederek kızışırken Avrupa'da merkezdeki liberal siyaset yerini ırkçı ve aşırı popülist hareketlere bırakmak zorunda kaldı.
Geleneğin ve istikrarın sembolü olarak bilinen İngiltere bugün Brexit kıskacında. Ülkedeki belirsizlik ve bölünme riski her geçen gün artıyor.
Brexit'e karşı çıkan ve AB'de kalmak isteyen İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda gibi Birleşik Krallık üyesi ülkelerde daha şimdiden ayrılık sesleri yükselmeye başladı.
Şurası kesin, küresel ekonomi politik sistem 2008'deki finansal krizden hala kurtulamadı. Dolayısıyla çözülemeyen ekonomik sorunların şimdi siyasi ve kültürel sonuçlarını konuşuyoruz.
Bir anlamda reel-kapitalizmin çözülüşü Batı dünyasındaki liberal karakterin ardındaki darbeci ve ırkçı yüzün ortaya çıkmasını sağladı.
***
Derindeki diğer sorunlar da birer birer gün yüzüne çıkıyor. Küresel düzeydeki yönetim krizi her alanda hissediliyor.
Atlantik'in gerilemesiyle
farklı kutuplar kendi bölgelerinde istikrarı sağlayan
egemen güçler haline geldi.
ABD, AB, Rusya, Çin ve Türkiye gibi aktörler farklı konularda artık hem
çok boyutlu ittifak arayışlarına imza
atıyor hem de
birbirlerini dengelemek üzere Atlantik ve Avrasya şeklinde
küresel bir bloklaşmaya doğru ilerliyor.
Bu da eskiden olduğu gibi tek veya iki aktörün küresel siyasette hegemon bir konuma sahip olmasını zorlaştırıyor.
Çin, ABD ve Avrupa merkezli dünya düzenine yönelik eleştirisini
'uyumlu dünya veya küresel harmoni' sloganları ile dile getiriyor.
Rusya da
yeni grand stratejisini 'çok kutuplu dünya' olarak belirlemiş durumda.
Türkiye ise coğrafi konumundan kaynaklanan
jeo-politik çoğulculuğa dayalı stratejisini, 'dünya beşten büyüktür' vecizesiyle formüle ediyor.
***
Bu manzaradan bakınca Çin, Rusya ve Türkiye'nin 'uyum, işbirliği, katılım, adalet, refah ve dayanışma' çağrılarına rağmen
küresel siyasetin Atlantik faktöründen dolayı barış ve istikrar getirmesi biraz zor görünüyor.
Kendi sistemini ayakta tutma kapasitesi sarsılan
Atlantik'teki panik havasının artması bölgesel ve küresel düzeydeki çatışma dinamiklerini daha fazla harekete geçirecektir.
Doğu Akdeniz ve
Suriye başta olmak üzere
Maşrık'tan Mağrib'e uzanan bölgelerdeki Atlantik ve Avrasya güçleri arasında
şiddetlenen meydan okumalar ile bloklaşmalar bunun birer göstergesi.
İşte bunu gören Türkiye,
dünyanın gömlek değiştirdiği bu sürece kendini
devrim niteliğinde hamlelerle hazırladı/
hazırlıyor.
Hâsılı kelam, Doğu Akdeniz'deki çok boyutlu stratejik adımlar başta olmak üzere
S-400 alımı,
Suriye operasyonları, Erbil ile ittifak, başkanlık sistemi, bağımsız milli savunma sanayi politikası, terörle mücadelede yeni güvenlik konsepti ile Afrika ve Avrasya açılımlarını, Türkiye'nin son yıllarda devreye soktuğu bu yeni küresel jeo-politikanın birer pratiği olarak okumak lazım.