Dünya yeni bir dizayn sürecinden geçiyor.
Yeni dönem sadece ikili, bölgesel ve küresel ölçekteki anlaşmalarla değil aynı zamanda dünyanın dört bir yanında baş gösteren gerilim ve çatışmalarla da şekilleniyor.
Bu bağlamda ortaya çıkan her krizi geleceğe yönelik devreye sokulan birer jeo-politik proje olarak görmek mümkün.
Fransa'da başlayıp Avrupa'ya yayılan 'sarı yelekliler' liderliğindeki isyandan Karadeniz'de Rusya ve Ukrayna arasında uç veren Kerç Boğazı krizine, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın hunharca öldürülmesinden AB'nin parçalanışını simgeleyen Brexit gerilimine, Brezilya'daki seçimlerden istikrar arayışındaki Pakistan ve Afganistan'da aniden tırmandırılan şiddete, ticaret savaşlarından 'yeni Nafta' USMCA'ya, İran ambargosundan Deutsche Bank'a yönelik kara para operasyonuna, Kuzey Kore'den Arakan, Filistin, Suriye, Irak ve Yemen'e uzanan coğrafyalardaki kronik çatışmalara kadar hemen her sorun, küresel siyaseti yeniden inşaya yönelik birer domino hamlesidir.
***
Kimileri buna
jeo-politikanın geri dönüşü diyor. Bu yeni aşamada işbirliği
yerine her türlü enstrümanın devreye sokulduğu
devletlerarası rekabet öne çıkıyor.
Aslında
G20 liderlerinin Arjantin'in başkenti
Buenos Aires'teki iki günlük zirvesinde de gördüğümüz üzere
ABD ile dünyanın geri kalanı arasında şiddeti giderek artan bir mücadele var.
Oysa G-20'nin resmi gündemi
'Adil ve Sürdürülebilir Bir Kalkınma için Fikir Birliği İnşa Etmek'ti. Fakat şahit olduğumuz
realite tam bir 'küresel yönetişimsizlik
veya dünya düzensizliği' gösterisi oldu.
Özellikle
ABD Başkanı
Donald Trump'ın küresel işbirliğini reddeden '
Önce Amerika' siyaseti, dünyada barış ve istikrar yerine çatışma ve krizleri tetikleyen başlıca unsur.
Haliyle çatışmalar, korumacılık, ithalat kısıtlamaları, gümrük duvarları, bloklaşmalar, keyfilik ve hukuksuzluk
uluslararası siyasette yeni norm haline geliyor.
***
Burada ABD'nin
Çin, Rusya ve Türkiye gibi bileğini bükemediği ülkelerle
Joseph Nye'ın kavramsallaştırdığı
'cooperative rivalry/kooperatif rekabet' bağlamında yeni bir siyaseti devreye soktuğunu görüyoruz. Bu kavramsallaştırmadan,
iki ülkenin işbirliği içinde mücadele etmeleri veya
karşılıklı rekabetten ikisinin de avantaj elde
etmeleri kastediliyor.
Ancak ABD, vesayet altına alamadığı rakip ülkelere bazı alanlarda taviz verirken
Fransa, İngiltere, Almanya, Brezilya, Pakistan, Suudi Arabistan gibi etkisi altındaki aktörlerin en küçük bağımsız siyaset arayışını dahi şiddetle cezalandırıyor.
Bu anlamda Avrupa ordusu kurup Rusya, Çin, Türkiye ve İran'a karşı
ABD'den farklı otonom bir siyaset izlemeye çalışan Fransa ve Almanya liderliğindeki ülkelerin karşılaştıkları ilk uyarı sadece 'sarı yeleklilerle' sınırlı kalmayacaktır.
ABD müttefiklerini darbe, kaos, suikast ve ekonomik saldırı gibi
'denetim mekanizmalarıyla' hizaya sokmakta mahir bir ülke.
Nitekim
Rusya ve Çin'e biraz göz kırpan Suudilerin Cemal Kaşıkçı kriziyle nasıl
köşeye sıkıştırıldığını gördük.
Dolayısıyla ABD'nin Avrupa ve Ortadoğu'daki
müttefikleri eğer bu tür 'sarı uyarılarla' yetinmezse bu kez
'kırmızı tondaki' daha ağır ihtarların devreye gireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.