Türkiye, Fırat'ın doğusu için geri sayımın başladığı bir süreçte Suriye'nin geleceğinin masaya yatırıldığı tarihi bir zirveye ev sahipliği yaptı. Deyim yerindeyse dünyanın nabzı dün İstanbul'da attı. Rus, Alman ve Fransız liderleri Vahdettin Köşkü'nde ağırlayan Başkan Erdoğan, bir kez daha uluslararası medyanın odağı oldu.
Yorumlarda, BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura'nın da hazır bulunduğu zirvenin bir bakıma Astana süreciyle başlayan bölgesel geleneği, küresel bir norma dönüştüreceğine dikkat çekildi. İdlib'de kalıcı ateşkes başta olmak üzere Suriye'nin yeniden inşasında siyasi çözüm seçeneklerinin görüşüldüğü toplantıda en çok merak edilen konu ise ABD'nin neden masada kendine bir sandalye bulamadığıydı.
***
Aslında bunun cevabı çok basit. Amerikalı akademisyen John J. Mearsheimer, ABD'nin niçin İstanbul'da olmadığının yanıtını 25 Eylül'de çıkan "The Great Delusion: Liberal Dreams and International Realities/
Büyük Yanılsama: Liberal Hayaller ve Uluslararası Realiteler" kitabının ismiyle vermiş
zaten. Unutmayalım ki Mearsheimer,
daha 2007'de Stephen Walt ile birlikte
yazdığı "
İsrail Lobisi ve ABD Dış
Politikası" kitabında, Yahudi lobisine
dayalı politikaların çökmeye mahkûm
olduğunu vurgulamıştı.
Yıllarca liberalizm, serbest piyasa, insan hakları, demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi değerlere dayanan bir siyasetin havariliğini yapan ABD'nin bütün tezleri yıkıldı. Foyası ortaya çıkan ABD'nin artık kurulan yeni dünyaya dair söyleyecek bir şeyi de kalmadı. Zira dünyanın gerçeklerine değil de Siyonist paranoyalara ve Evanjelik mitlere dayalı bir savaş yürüten ABD'nin gündeminde müzakere ve uzlaşmaya yer yoktur. Ancak realitelere dayalı mücadelelerde taraflar masaya oturabilir. İsrail ve Suudilere dayalı teolojik obsesyonla malul ABD ile 'barışmak' imkânsızı istemektir. İşte ABD'nin İstanbul'daki masada kendine yer bulamamasının asıl nedeni onun Suriye'yi ve bölgeyi parçalamaya yönelik bu
obsesif 'Siyonist-Haçlı Evanjelizmi'nden kendini kurtaramamasıdır.
***
Aklı başında bütün analizciler ABD'ye artık 19. yüzyılda çöküşe geçen
Büyük Britanya refleksiyle davranıp küresel şartlara ayak uydurmasını tavsiye ediyor. Çünkü ABD'nin
Soğuk Savaş sonrası kurduğu ittifaklar sistemi çöktü.
Yani Batı Avrupa, Doğu Asya, Sovyet coğrafyası ve
Ortadoğu'da Amerikan emperyal çıkarlarına hizmet eden 'deniz aşırı denge/offshore balancing' dönemi geride kaldı. Bu yüzden kendine makul bir müttefik bulamayan ABD'nin yeni yol arkadaşları sadece gazetecileri vahşice katleden prensler ile FETÖ ve PKK/YPG gibi terör örgütlerinden oluşuyor. Ronald Reagan'ın özel danışmanlığını yapmış
Doug Bandow, National Interest'daki yazısında
Katar işgalini önleyen Türkiye'yi bölgede bir istikrar burcu olarak işaret ederken İran, Yemen ve Suriye'de savaş isteyen ABD ve küçük ortaklarını ise Ortadoğu'daki asıl istikrarsızlık unsurları diye niteliyor.
Dolayısıyla ABD'nin tek kutuplu dünyadaki
tekelinin sona ermesi bölgeye barış ve huzur getiriyor. Suriye'deki 7 yıllık savaşı bitiren İstanbul'daki zirvede ABD'nin olmayışını dünya kamuoyu işte bu nedenle istikrar sağlayan
'yeni küresel tablo' diye alkışladı.