Şu sıralar barut fıçısına dönen Suriye'de yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki üç boyutlu ve çok uluslu mücadele had safhaya ulaşmış durumda.
Özellikle uluslararası sistemin merkez ülkesi ABD'nin Balkanlaştırma politikası çerçevesinde Suriye'de attığı her kirli ve yanlış adım (faux pas), pamuk ipliğine bağlı bütün stratejik hesapları alt üst ediyor.
Zira Suriye'de yedi yıldır terör örgütleri, özel güvenlik şirketleri, milis güçleri, gizli kuvvetler, paralı askerler veya lejyoner orduları üzerinden yürütülen vekâlet savaşları, yerini giderek asıl aktörlerin sahneye çıktığı kanlı bir küresel rekabete bıraktı.
Çünkü Suriye'de farklı güçler tarafından desteklenen terör örgütleri ve tampon bölgeler yok olmaya başlayınca Türkiye, Rusya, ABD, İran ve İsrail gibi en etkili aktörler cephede karşı karşıya geldi.
***
Oyuncular sahaya inince ABD'nin Suriye'ye dair kirli niyet, plan ve projelerine tepkiler de artmaya başladı.
'Kürtlerle devletçilik oyunu' üzerinden Suriye'yi bölmek ve '
terör koridoru' yoluyla Türkiye'yi kuşatmak isteyen ABD'ye son günlerde
Rusya'dan sert ve açık eleştiriler
geliyor.
Rus Dışişleri Bakanı
Sergey Lavrov son bir haftadır neredeyse
hemen her gün ABD'nin
gizli veya açık planlarını topa tutuyor.
ABD'nin yıkıcı politikalarına karşı Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunan Rusya ve Türkiye'ye destek veren
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres bile
'Suriye parçalanma riskiyle karşı karşıya' uyarısında bulunmak zorunda kaldı.
***
En başından beri
ABD'nin grand stratejisi/temel politikası,
Suriye'yi
Balkanlaştırarak parçalamak ya da Somalileştirerek kaosa terk etmekti. Unutmayalım
ki Balkanlaştırma, 'böl ve yönet' diye
bilinen
üç asırlık en etkili Anglo- Sakson işgal anlayışıdır.
Suriye'de rejim değişikliğinden öte hep bir harita değişikliği mücadelesi veren ABD yönetimi, Esad'ın
kırmızı çizgileri aşmasına ses etmedi. Dolayısıyla
Suriye'ye müdahaleyi ağırdan alan ABD'nin 'ağırlık verdiği' asıl mesele, etnik ve dini fay hatlarının derinleşmesiydi.
***
ABD'nin 2013'te devreye soktuğu
'kuzeyde Kürtler, güneyde Dürziler, Batı kıyılarında Nusayriler ve doğuda Sünniler' şeklinde dörde bölünmüş bir Suriye, öncelikle
İsrail'in kuzey sınırlarının güvencesi açısından hayati önemdeydi. Ayrıca siyasal yapısı parçalanmış bu Suriye, tıpkı Irak gibi gelecekteki bölgesel güç mücadelelerinin
yeni lokomotifi olacaktı.
Bu yolla başta Türkiye olmak üzere
Lübnan, Irak, Ürdün ve İran, bölünmüş Suriye'den gelen
jeo-politik basınçla tehdit edilecekti.
***
Ancak asıl basınç, küresel aktörlerin hesap edemediği
'strateji ve sosyoloji arasındaki kan uyuşmazlığı'ndan kaynaklandı.
Türkiye gibi aktörlerin kültürel, tarihsel ve politik zenginliğini göz ardı ederek onları
istatistiki bir veriye indirgeyen Amerikan aklı, hesap edemediği bir bozgunla yüzleşti.
ABD'nin başını çektiği uluslararası sistem Suriye'de şu an hem kendi doğasından hem geleceğe dair kirli hesaplarından dolayı adeta
paralize olmuş halde.
Bir anlamda
kendi kazdığı kuyuya düşen ABD, şimdi diplomasi tarihine
kendi kurduğu sistemi yıkan aktör olarak geçiyor.