'Son günlerde gördüklerim, ürkütücü bir medya kirliliği. Meğer neler olmuş diyorum, ama acaba bu medya temizlenebilir mi diye sormadan da edemiyorum...'
'28 Şubat medyasının yalanlarının, dalaverelerin ortaya dökülmesi iyi güzel, ama anlamıyorum, işi bize gerçekleri anlatmak olan gazeteciler neden gerçekleri saklamak için hâlâ bin dereden su getiriyorlar? Bir türlü cevabını bulamıyorum.'
Okurlardan ikisinin, 28 Şubat'ın 15'inci yıldönümünde medyanın kirli çamaşırlarının ortaya bir kez daha dökülmesi ardından buraya ulaşan tepkileri, aslında sorunun büyüklüğünü bize anlatıyor.
Gerçekten de medyamızın işi çok zor.
Kirli çamaşırlar ortaya döküldükçe, o zamanlar sektöre hâkim dört büyük medya grubunda (Doğan, Bilgin, Uzan ve Karamehmet) kilit noktalarda bulunanların, haber ve yorum içeriğine bizzat - gerekirse zorla - çarpık yön verenlerin gazetecilik dediğimiz bu narin, özgün, hayati mesleğe ne kadar büyük zarar verdikleri, nasıl onulması güç hasarlar açtıkları daha iyi anlaşılıyor.
Rejimi demokrasiden uzak tutmak, talandan pay almak, davasa bir toplumu tektipçi bir ideoloji uğruna torna tesviyeden geçirmek için vesayetin hizmetine koşmanın acıları bunca yıl sonra yavaş yavaş çıkmaya başladı.
Öyle anlaşılıyor ki, temiz toplum talebinin ayrılmaz bir parçası olarak temiz medya arayışı hem hukuksal hem de ahlaki boyutlarda giderek hız kazanacak.
Bu süreçleri izleyeceğiz.
Macun tüpten çıkmaya devam ediyor; eskiye dönüş veya gerçeklerden saklanmak mümkün görünmüyor.
Öyleyse, güçlülere ve güç odaklarına değil topluma, halka hizmet edecek, seçilmiş veya atanmış gücü kamu adına bağımsız konumdan denetleyecek, yanlışa karşı dürüstçe, demokrasi adına aklın yolunu gösterecek 'temiz medya' için, 28 Şubat derslerini bazı başlıklar altında paylaşabiliriz. Gazetecilerin, onları istihdam eden ve yönetenlerin tümünün kulağına küpe olması için.
Hizmetkârlık, tetikçilik: 28 Şubat, medya sahipleri ve onların etrafına kümelenmiş asalakların, sırf para ve açgözlülük uğruna, bir iktidar odağına (TSK) sırtını dayarken, diğerine (hükümetler) karşı kendisini tetikçi olarak kullanıma açışının tarihi belgeselidir. Bir odak karşısında ikibüklüm olunurken, insanlık suçlarına, kanunsuzluğa, sosyal linçlere göz yumulmuş, hatta bunlar mazur gösterilmiş. Gerçekler örtbas edilmiş, karartma uygulanmış, aykırı sesler susturulmuş. Hükümetler ve bakanlarla küstahça yüzgöz, senli benli olunmuş. Tehditler savrulmuş, bakanlar alaşağı edilmiş, yağmadan pay alınmış. 28 Şubat'ın kara günlerinde zalimlerin suç ortağı, soyguncuların paydaşı, yüzsüz, arsız, utanmaz, yalancı bir 'gazeteci' tipi türemiş. Bir avuç vicdanlısı, dürüstü dışında gazeteci kalmamış.
Rol kargaşası: 28 Şubat siyasi, ahlaki ve ekonomik yozlaşma şahikasıdır. Bunun başlıca sorumlusu, yozlaşmayı ifşa etmesi, yazıp çizmesi, zulmü anlatması beklenen medyanın tam da onun göbeğine oturması, onu üreten bir güce dönüşmesidir. Bu dönem medya patronlarının gazeteci, yayın yönetmeni ve editörlerin ise işadamı gibi davranmaya başladığı, dolayısıyla ortada bilinen anlamda gazetecilik diye birşeyin kalmadığı bir dönemdir. (Öyledir ki, kimi yayın yönetmenleri TÜSİ- AD'a üst düzey üye bile olabilmiştir!)
Para, para, para: 28 Şubat, büyük patronlar ve yanlarındaki bir grup editör ve köşe yazarının gözünü paradan başka bir şeyin görmediği, medyanın onu yöneten elit için sınıf atlama tahtasına dönüştüğü; halk inim inim inlerken, onların 'daha lüks nasıl yaşarız', 'yağmadan nemalanmak için hangi hükümeti isteriz'den başka bir şeyi kaale almadığı yılların zirvesidir. Pusula, basın ahlakından paraya ve sadece paraya döndüğünde, halkın 'gazeteci' deyince o günden beri ne anladığı konusunda hiç şaşırılmamalıdır.
Gerçekler elmas gibidir: Zamanla aşınmazlar, üzerleri ancak geçici olarak örtülebilir. Ama orada buharlaşmazlar, deforme de olmazlar. Gerçeğin ama bugün ama sonra, mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Toplumda şu veya bu güç odağı - asker veya sivil - gerçekleri saklamak ister, buna çabalar. Onlar açısından bu anlaşılabilir. Ama mesleği gerçeği 'kazıp çıkarmak' ve halkla paylaşmak olan gazetecinin 'kötülük ve suç sırdaşı' olmayı tercih etmesi mesleğine en büyük ihanettir. Türkiye'de, bırakın 28 Şubat'ı, ta 12 Eylül döneminden bu yana, bulaştığı 'kirli gerçekleri' saklamakta hala ısrar eden önemli sayıda gazeteci var. Bulaşmak ne kadar kötü ise, saklamaya devam etmek misliyle kötüdür.
Hesap verme, özeleştiri: Siyaset alanında hesap vermeyen ve açıklıktan kaçan, iş hayatında kalite üretmeyen herkesin ya son kullanma tarihi dolmuş veya yeri tarih çöplüğü olmuşsa, medya içinde de aynı şey olmaktadır, olacaktır. '28 Şubat medyası'nın inkârcı kalıntıları, bundan 'sektör içi ittifaklar'la kaçacaklarını sanıyor. Ama tarihin kuralı öyle işlemez. O günlerde sorumsuz ve ahlaksızca davrananlar biraz olsun nedamet getirselerdi, hem vicdanları rahatlayacak, hem de mesleğimizde daha kuvvetli umut ışığı olacaktı. Ama hala direniyorlar. Korkularına yenik düştüler.Ders çıkarmak için bu maddelere bakmak bile yeter. 28 Şubat dönemi medyanın - kendi içindeki bazı isimler de dahil - toplumun ezilen ve sessiz kesimlerine karşı açıkça infazcı gibi davrandığı, insanları ölüm ve acılara itelediği, onulmaz yaralar açtığı, kin ve nefret ektiği, düzeni demokrasi aleyhine bizzat tahrif ettiği kara bir dönemdir.
Şimdi, bazı gazetecilerin o zamanlar bu ülkenin insanlarını (bugünün başbakanından sıradan yurttaşlarına kadar) kuşatmış olan 'linç' duygusunu kendilerinin yaşamasına üzülerek tanıklık da ediyoruz.
28 Şubat, 'o medya' olmasaydı asla onu şekillendirenlerin arzuladığı sonuçlara ulaşmayacaktı. Aksini iddia edenlerin samimiyetinden kuşku duymak gerekir. Öyle olmasaydı, bugün, 2012'de, medyanın o zamanki rolü etrafında medya içinde bu kadar asabi ve kararlı bir tartışma kopmazdı.
Türkiye'de yaşanan 'glasnost'u (açıklık), ne kadar çalkantılı olursa olsun, geri döndürmek artık mümkün değil. Bugün hala değişime direnen medyanın bilinen demokratik rolüne, bağımsız Dördüncü Kuvvet olmasına ise daha epey mesafe var. Problemler sürüyor. 28 Şubat medyası tartışmaları iyi bir fırsattır. Ders çıkaran herkes, dönüşüme sağlıklı yön verebilir.