Medyanın toparlanması, asli toplumsal rolüne sıkı sıkıya sarılması ve sorunlarını sürekli gündemde tutması gerek. Bu nedenle, medya eğitimi ve 'mesleki farkındalık' için eğitim amaçlı toplantılara her fırsatta katılmaya çalışıyorum.
Geçen hafta Bursa'da düzenlenen 'Yerel ve Bölgesel Medya Eğitimi' başlıklı iki günlük kapsamlı seminer de bunlardan biriydi. Yoğun bir katılım yaşanan toplantıda RTÜK, Başbakanlık Basın-Yayın yetkilileri ile Türkiye medyasının 'kılcal damarını' oluşturan, aslında sıkı bir ayakta kalma mücadelesi veren yerel gazeteciler bir araya geldiler.
Orada, medya etiği üzerine bir sunum yaptım. Dijital medyanın hızla güç kazandığı günümüz dünyasında 'okur'un yeri yükselişte olduğu için bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Konuşmada şu noktalara dikkat çektim:
Üç meslek, etikle ayakta durmaktadır: Doktorluk, avukatlık ve gazetecilik. Doktor, avukat ve gazeteci, ayrım gözetmeksizin en temel kurallar demetine bağımlıdır. Pusulası vicdanıdır. Avukat ve doktorlar etikten sapmalara karşı yaptırım uygular, ama bizim meslekte ahlaksızlığın 'yapanın yanına kâr kaldığı' sayısız vaka vardır. Gazetecilik denebilir ki, ülkemizde 'en şımarık meslek'tir.
Ülkemizdeki gazeteciliğin en problemli tarafı, etiğin artık bir lüks olarak görülmesidir. Bu yöndeki çabalar fayda vermiştir!
Gazeteciliğin itibarını iade edebilmek demek, onun etik kurallarla yeniden buluşmasını sağlamak demektir. Etik, bu mesleği dik tutan iskelettir.
Etiğin dikkate alınmadığı veya 'lüks' görüldüğü her ülkede, medya, temel özgürlüklerinin tırpanlanması için iktidara ve meclislere, 'madem siz sorumsuzca davranıyorsunuz, o zaman biz bunu size zorla, yasayla kabul ettiririz' önlemini alma fırsatı verir.
Gazeteci, hiçbir iktidar odağı veya yasadışı güç merkezi karşısında eğilmez. Hatta kamu yararı, halkın anayasal haber alma hakkı ağır basıyorsa, yasaları da çiğnemeyi göze alabilir. Gazeteci, sağduyu sahibi ise, sadece etik kurallar karşısında eğilir.
Etik ile demokrasi muhafızlığı arasında da bir bağ vardır. Sadece dürüst, yolsuzluklara bulaşmamış, 'temiz' bir medya, demokrasi bekçiliği yapabilir.
Kamu adına hesap sorma ve şeffaflık talep etme hakkını kendinde gören medyanın kendisi de topluma karşı hesap vermek ve şeffaf olmak zorundadır.
Gazetecilik meşakkatli bir iştir. Zaman karşı yarışta olması gereği, hata payı yüksek olan bir meslektir. Bu yüzden gazeteci hatalarını, haklıysalar, en kısa sure içinde gözden geçirip açıkça kabullenmek zorundadır.
Medya özgürlüğü, sadece hükümete bağırıp çağırmakla çözülecek kadar basit değildir. Oradaan özgürlük isteyen bizlerin kendi içimizde sorumlu gazeteciliği de aynı ses tonuyla talep etmesi lazım.
Sermayeye karşı editoryal bağımsızlık mücadelesi yanı sıra, sektörde sağlam özdenetim mekanizmaları da şarttır. Maalesef, Basın Konseyi modeli ülkemizde çökmüştür, çünkü içi boşalmış; meslek dışına kaymış, partizanlaşmıştır. Militanlaşma başka bazı önde gelen meslek kuruluşlarının da müzmin hastalığı olmuştur.
Saedece sektöre bağlı, mutabakata dayalı bir 'Bağımsız Medya Konseyi'nin baştan kurulması acil bir görevdir.
SABAH, Milliyet, Hürriyet vb. gazetelerde kök salan ombudsmanlık uygulamasının, Türkiye medyasının yurttaşa en yakın, 'kılcal' damarı olan yerel medyalarda yayılması yararlı olacaktır. Bunun için şehirlerde yerleşik üniversitelerle işbirliği de yapılabilir.
İnternet ve sosyal medya, 2000'lerin temel olgusudur. Yerel medya, halkı da habercilik ve yorumculuğun içine entegre eden bu yeni mecraya yönelmeli, geliştirmeli, yatırımı buraya yapmalıdır. Genç nüfus ve globalleşme, bunu kaçınılmaz kılmaktadır.