Medya olarak terör saldırılarına karşı bizlerin ortak bir tavrı var mı?' diye sormaktaydı geçen çarşamba günü Eyüp Can. Sorusunun ardından çağrıda bulunuyordu: 'Gelin işe ortak prensipleri tartışarak başlayalım.'
Kim bilir kaçıncı kez, yine duyarlı bir meslektaşımız, ve aynı kaygılar.
Medya ve terör. Mesleki duruşun bir yanında özgürlük, öbür yanında sorumluluk. Çok hassas bir terazi.
Anlaşalım, ama bu Türkiye gibi bir ülkede kolay mı?
Hiç değil.
TRT dışında 15'in üzerinde - sıkı rekabet içinde - özel haber kanalının faal olduğu (hiçbir ülkede böyle bir 'bolluk' yok), 40 kadar ulusal gazetenin çıktığı bir ülkede, hiç kolay değil bir ortak zemin bulmak.
Kimsenin kural tanımadığı, 'biz yaptık oldu'culuğa kapıldığı bir ortam bu.
Buna, yandaki yazıda bahsedilen, yaygın 'editoryal cehalet'i de ekleyin…
Salı günü ve ertesinde yaşanan habercilik, sorumsuzlukların çok ağır bastığı bir habercilikti. Bundan sonra da aynı filmi görmeye hazır olabiliriz.
Can'ın aradığı - ve bildiği - prensipler belli oysa.
Terör bir sosyal kaos hali ise, terör kurbanları da bir özel matem halidir. Ölüm ayrımcılık kaldırmaz. Toplumsal acı durumunda haberci, azami ölçüde duyarlı olur. Ne kışkırtmaya ve yanıltmaya meydan verecek spekülasyona izin verir, ne de ölenleri olan ailelerin izni olmadan onların 'özel'ine girer ve onların kederi üzerinden duygu sömürüsü yapar. Cenaze haberlerinin cazibesine kendisini kaptırmaz. Onların acısını ail eve yakınlarına bırakır.
Haberci, diline ve görüntüsüne hâkim olur. Dramatize etmez. Duygusallık tuzağına düşmez. Doğru bilgiyi ararken, yetkililerin açıklamalarını gerekirse bekler.
Saklama ve örtbas etme durumu hissediyorsa, onları zorlar. Editör, görgü tanıklarınyla rastgele mülakatları yayınlamaz, konuşanların alan ve süre sınırını da kendisi tayin eder. Onları canlı yayına almamaya, alırsa mesleki kriterler ışığında kontrol etmeye gayret eder.
Britanya medyası, saldırılar ardından yapılan 'eylemi üstleniyoruz' açıklamalarına (ortak tavır olarak) itibar etmemektedir. Çünkü süratli yayın ortamında bir eylemi herkes üstlenebilir. Buna mukabil, eylem öncesinde veya esnasında bir ihbar/üstlenme varsa bunlar önemsenir ve habere eklenebilir. Bu, propaganda veya dezenformasyon riskini azaltan, çoğu kez yok eden bir tavırdır.
Yazılı basında okurların ihtiyacı, olayın - elde edilen bilgi çerçevesi içinde - doğru analiz çerçevesine oturtulmasıdır.
Görsel medyada ise, titiz bir görüntü seçimi; tekrarlardan kaçınmak, haberleri acıklı müzik ile beslememek, acılı aileleri ve kurban yakınlarını ekrana taşımaktan uzak durmak, aranması gereken doğru çizgidir.
Bunlarda uzlaşma sağlanabilir mi? Bu koşullarda, pek sanmam. 'Teröre ilişkin haberleri nasıl vermeliyiz?' üzerindee kaygılanıp, editör ve habercilerini kurumsal eğitimden geçirmeye, ve öğretilenlere sonuna kadar bağlı kalmaya niyetli niyetli bir medya kuruluşu var mı? İlle biri öncülük üstlenecekse, bunu TRT yapabilir, ve yapmalıdır.