Bu haftaki köşemizde siz okurlardan muhtelif haberlere gelen farklı eleştiriler sıralanmakta.
Sırayla gidelim.
Haberin (11 Temmuz) başlığı şöyle:
Sortie'den 5 bin Kilo Et Çalan Görevli Yakalandı.
Spot, gece kulübünün bir temizlik görevlisinin, 'depodan 5 bin 250 kilo dondurulmuş et çalmak için anahtarı kopyaladığı ortaya çıktığını' belirtiyor.
Haber metni şöyle: '.. Sortie'de temizlik görevlisi olarak çalışan Yılmaz Barış, kulübün deposundan 5 bin 250 kilo dondurulmuş et çalarken yakalandı.
Barış'ın üzerinden deponun anahtarının çıkması üzerine sayım yapan görevliler, 50 şişe içkinin de eksik olduğunu belirledi. Kulüp görevlileri tarafından tartaklanan Yılmaz Barış hakkında 9 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nca hazırlanan iddianameye göre, Beşiktaş Ortaköy'deki ünlü gece kulübü Sortie'de temizlik görevlisi olarak çalışan Yılmaz Barış (37) bir şekilde anahtarlarını ele geçirdiği depodan 5 bin 250 kilogram dondurulmuş et çaldı.
26 Haziran tarihinde meydana gelen hırsızlık olayı sırasında işletmeci Rahmi Okçuoğlu, şüpheli Barış'ı etleri aracın bagajına koyarken gördü. Ancak Barış'ın etleri çöpte bulduğunu söylemesi üzerine hakkında işlem yapılmadı. Olaydan bir gün sonra Barış'ın üzerinde üstü eğelenmiş bir anahtar bulan kulüp görevlileri, bu anahtarın depoyu açtığını tespit etti. Olay yerine çağrılan polis, Barış'ın otomobilinin bagajında depo kapısı ile uyumlu bir anahtar daha buldu...' Okurların kafası karışmış.
Biri, '5 ton et çalmak için kamyon gerekir, bu olay nasıl olmuş ayrıntı yok' derken, bir başka okur 'çalmış mı, suçüstü mü yakalanmış, yoksa daha önceden parça parça mı götürmüş, hiç anlaşılmıyor' diyor.
Muhabir Orhan Karadeniz'e bu soruları aktardım.
Eline geçen bilgilerde sadece bunlar yazılı imiş. Çalındığı iddia edilen etin miktarını o da ilginç buluyor. 'Acaba 5 veya 50 kilo mu?' diye sormadan da edemiyor.
Eğer miktar böyleyse, o zaman istenen 9 yıl hapis cezası da ilginçleşiyor.
Öyle olsa da, haberde yer alan ayrıntılara ilişkin soru işaretleri baki.
Çıkarılacak ders de şu: Haber hazırlarken veya sayfaya koyarken, akla gelen her soruya cevap vermekte mi, eksik unsuru var mı sorusunu hep sormak gerek.
Yine intiharlar
Bu köşede okurlarımızın ve habere konu olan kişi yakınlarının çok hassas olduğu bir noktaya ısrarla dikkat çekmeye devam ediyorum.
Bunlar intihar haberleridir.
İki haber yine bazı okurlarımızın dikkatini çekti. (Bunlardan biri, akraba çevresinde intihara eğilimli bir genç olduğunu ve onu korumak için herkesin intihar anlatan haberlerden uzak tutmaya çalıştığını uzun uzun anlattı.) Haberlerin ikisi de, başlığından itibaren, özen duyulması gereken temel habercilik ilkeleriyle sürtüşme halinde.
Kötü örnek olduğunun altını çizerek, başlıkların her ikisinin de intihar yöntemlerini açıkça anlattığını belirtelim.
5 Temmuz tarihli gazetenin üçüncü sayfasında, Antalya'da bir işçinin hayatına nasıl son verdiği ayrıntılarla anlatılıyor.
7 Temmuz tarihli gazetenin yine aynı sayfasında bir başka aile trajedisi aktarılıyor:
İki kızına da tecavüz edildiği belirtilen 45 yaşındaki babanın intiharı.
Bu olaylarda elbette haber değeri var.
Ama arka planlarında, o haberlere yansımayan, okura anlatılması gerekli pek çok ayrıntı da var. Bu tür trajik gelişmelere yol açan nedenleri deşen bir araştırmacı gazetecilik, haberi 'kim canına nasıl kıydı?' sığlığı ve etik yanlışlığından çok daha öte, saygın bir haberciliğe dönüştürebilir.
Bulaşıcı özelliğini düşünerek, ölenlerin yakınlarına saygı adına, intihar unsuru içeren haberlere insani olarak, vicdanla yaklaşmak gerekmekte.
Çocukları korumak
Şiddet ve suç mağduru küçüklerin haklarının korunması ve geleceğinin karartılmaması için titiz bir editörlük şart.
İki haber, duyarlı bazı SABAH okurlarında tepki yaratmış.
Bunlardan biri 7 Temmuz tarihli SABAH'ın 7'nci sayfasında. 9 Yaşında Çocuğa Anneden İşkence İddiası başlıklı haberde, 9 yaşındaki bir çocuğun üvey annesi tarafından fiziksel eziyet gördüğüne dair sözleri yer alıyor. Çocuğun bedeninde yanık ve kemik kırıkları saptanmış. Bu iddialar üzerine savcılık işlem başlatmış.
Tepkiler habere değil, yanındaki iri (10 cm'den daha büyük) fotoğrafa. Okurlar hem boyut büyüklüğü hem de 'mozaikleme' zayıflığı nedeniyle, çocuğun çok rahat tanınabilir olduğunu öne sürüyor, 'dikkatsizliklere izin vermeyin' diyorlar.
Aynı şekilde 13 Temmuz tarihli gazetede Öğretmen 14'lük Öğrencisini Kaçırdı başlıklı haberdeki fotoğrafa ve haberdeki bir ayrıntıya da itiraz var. Yetişkin öğretmenin kaçırdığı öğrencisiyle çektirdiği fotoğraftaki 'açıklık' dozu da, 14 yaşındaki kızın (ve ailesinin) gizlilik taleplerine karşılık verici olmaktan uzak. Haberde okulun adı da yazılmış. Bunu belirtmeksizin de haber rahatça verilebilirdi.
Temiz dil
14 Temmuz tarihli gazeteden bir dış haber.
Başlık: First Leydi Ford'u Halefleri Uğurladı.
Haberde ABD eski başkanların Gerald Ford'un eşi Betty'nin cenaze törenine 'First Leydilerin katıldığı' birkaç kez yazılmış.
Ali Kurt'un tepkisi: 'Bu nasıl bir dildir?
Bari Först Leydi deseydiniz(!). Bir kelime İngilizce olduğu gibi öteki Türkçe okunduğu gibi... Bunu bazıları anlasa da, geri kalanlar ne olacak? Başkan eşlerini herkesin anlayacağı bir şekilde tanımlayın. Bu tür yanlışlıklara asla örnek olmamanızı, doğru dil kullanmanızı diliyorum...'
'Zamanımız çalınıyor'
Yüksel Güngör, artık her büyük gazetenin ve SABAH'ın web sitesinde normal uygulama haline gelen bir konuyu gündeme taşımış.
İnternet servisi yetkililerini adres alan notunu çok az kısaltarak herkesle paylaşıyorum: "İnternet'te haberlere ve ihtiyaçlara hızlı ulaşmanın keyfini çıkaralım derken genellikle suiistimalle karşı karşıya kalıyoruz.
Haberi okuyalım hevesiyle 30-50 kez de tıklama yaptırtılarak sinirlerimiz bozuluyor.
İstediğimiz bilgiyi alamıyoruz.
Mesela 'Hangi balık ne zaman yenir' haber başlığında 32 kez tıklama yaptım ama aradığım habere ulaşamadım. Kandırıldığımı, aptal yerine konulduğumu düşünüyorum. Bazen bir haber çıkıyor, içinde 20-30 tane küçük resim oluyor, her resim altında 1 ya da 2 satır yazı oluyor, ama öğrenmek için 20-30 kez tıklama yapmamız gerekiyor.
Gazetecilikten, sorumluluktan, etikten bahsedersek, bu tür hataların ne mazereti olabilir ne de kabul edilebilirliği. Sabah gibi bir gazetenin ve çalışanlarının bu tür hataları, tıklama oyunları yapmaları hiç hoş değil.
Doğadaki en pahallı şeyin zaman olduğunu biliyorsak, okura daha saygılı olunmalı, hırsızlık yapılmamalı, bizler bu ortamda da sömürülmemeliyiz. "Haberi sağlıklı ve doğru şekilde vermelisiniz.''