Olayın hiç hafife alınır yanı yok. Neresinden bakarsanız bakın, muazzam sonuçlara yol açacak bir gelişme. Bizim eski halimizle ilgili çağrışımları çok güçlü olduğu için sizlerle paylaşmakta sonsuz yararlar var.
Hafta sonu çıkan 2 milyon 670 bin tirajlı İngiliz gazetesi News of the World'un (NoW) gazetesinin son sayısı dün yayınlandı ve 168 yıllık köklü bir habercilik serüveni aniden son buldu. Gazete kapanır ve 300 kadar çalışanı işsiz kalırken, İngiltere'de pek çok kurumu köklerinden sarsacak gelişmelerin kapıları da ardına kadar açıldı.
Takip edenler bilir. Kapatma kararının arkasında, 1969'dan beri İngiltere'deki ateşli medya rekabet ortamına hükmeden Avustralya kökenli medya imparatoru Rupert Murdoch var. "İmparator", çünkü dünyadaki medya şirketlerinin bağlı olduğu News Corp'un değeri 33 milyar dolar. Eğer kapatma kararına yol açan gazetecilik skandalı patlamasaydı, Murdoch 14 milyar dolar daha ödeyerek, pay TV şirketi bSKYb'i tamamen alacak (şu anda yüzde 39 hisseye sahip) ve medya pastasının çok önemli kısmına hükmedecekti.
Ama, gelişmeler aksi yönde. Yıllardır ünlülerin, siyasilerin ve kraliyet ailesinin özeline, mahremine dair sistematik ve saldırgan bir habercilikle tanınan NoW, Murdoch'un gücü sayesinde, korkulan, kaçınılan bir "iktidar odağı"na dönüşmüştü. 2007'den bu yana ortaya çıkan "siyah sanat" denen habercilik teknikleriyle, şifre kırarak, insanların özel telefon mesajlarına ulaştığı ve bunları haber yaptığı anlaşılmasına, açılan tazminat davalarına rağmen bildiği yolda devam etti.
Ta ki, Guardian gazetesinin araştırmacı muhabiri Nick Davies, mesaj kutuları dinlenenler arasında kaçırılan ve öldürülen 13 yaşındaki bir kızla; Afganistan ve Irak'taki terör kurbanlarının ailelerinin de olduğunu temmuz ayı başında kanıtlayana kadar. Ülke bu haberler karşısında allak bullak oldu. NoWeditörleri ve dev şirketler ağıyla Murdoch bir anda "toplum düşmanı"na dönüştü.
Dikkat çekici olan, son dört yıl içinde hükümet ve polisin olaylara el atmakta çok "çekingen" davranmasıydı. NoW eski editörü Andy Coulson, 2007'de Başbakan David Cameron'un medya iletişim direktörü olmuş, 2011 başında gazetenin ne yaptığı anlaşılıncaya kadar bu görevde ısrarla tutulmuştu. Coulson da son dalgada cezaevine konuldu.
Bir bakıma iyi gazeteciliğin kötüsü karşısındaki zaferinden söz ediyoruz. Bu ortamda Guardian, Daily Telegraph, Financial Times ve BBC gibi temiz gazetecilik yanlısı etkin yayın organları olmasaydı durum tabii farklı olurdu. Namuslunun namussuzu ürkütmesi, günümüz medyasında sık rastlanan bir şey değil.
Medyanın ahlâklı kesimi
Skandalın bir kurbanı da, medyada özdenetimi gerçekleştiren Basın Şikayet Komisyonu'nun (PCC) kendisini adeta sıfırlaması oldu. PCC, 2007'den beri kendisine yapılan başvuruları son derece ürkek, anlamsız raporlarla (büyük olasılıkla Murdoch misillemesi korkusundan) geçiştirmişti. Şimdi ise lağvedilmesi veya yeniden yapılanması gündemde. Bu arada, medyanın ahlâklı kesimi, Murdoch-bSkyB ilişkileri üzerinden medyada mülkiyet temerküzüne karşı çıkarken, gazeteciliğin (bu öfke dalgası yüzünden) yasalarla sınırlandırılmasını da engellemeye çalışıyor.
Anlaşılıyor ki, daha buzdağının tepesindeyiz. Murdoch'un oğlu James'in son dört yılda birtakım ünlülere; aralarında İngiltere Futbol Federasyonu Başkanı da var; milyonlarca dolar "sus payı" ödediği de ortaya çıktı. Polis şirketin tüm e-maillerine el koymuş durumda. Her şey ortaya çıkacak.
Guardian'ın geçen günkü başyazısında "Siyasiler iktidara gelip orada kalmak için onun desteğine ihtiyaç duyuyordu. Bu da ona çok iyi uyuyordu çünkü o da onlardan bir şeyler bekliyordu" dediği Murdoch artık çok zor durumda. Ele geçirmeye çalıştığı bSkyb ihalesini alamayacağı kesin olduğu gibi, elindeki hisseleri de kaybedebilir. Gücünü kaybederken beraberinde siyasileri ve ondan korktuğu anlaşılan polis yetkililerini de götürebilir.
Demokrasinin altını oydu
Bu da medyaya hakim olan "Murdoch kültürü"nün de sonuna gelindiği demek.
Guardian bu "kültür"ü şöyle anlatıyor: "40 yıldan fazla bir süredir müesses nizamı siyaseti inşa etme veya yıkma gücü olduğuna, seçim başarısı veya mağlubiyeti getireceğine ikna etmişti. Böyle yaparak parlamentoyu diz çökmenin eşiğine getirdi, yurttaş haklarına zarar verdi, demokrasinin altını oydu... Bazı resmi veriler gösteriyor ki, bu adam 2003 yılında savaşa giden 10 gün içinde Başbakan Tony Blair ile üç defa görüşmüş. Bu, düzenin gücünü denetlemekte sınıfta kaldığı bir adamın, siyasi yapımızı bozması, saptırmasıdır. Sonuçları da belli oldu zaten... Başbakanlar hızla onun müziğiyle dans edip durdu. 2001'de Murdoch seçimlerde Blair'i destekledi. O da yabancı medya sahipliğini kolaylaştıran bir yasayı geçirdi..."
Türkiye'de yakın geçmişi çağrıştıran tasvirler bunlar. Ülkemizde "medyada temizlik" anlamında "tasfiye"den söz edenler, bu tür kirli gerçekleri unutmayan meslektaşlarımız.
İşte iyi gazetecilik geldi, mesleği kirleten çetevari yapılanmaya iki haberle son darbeyi vuruverdi. İngiltere'de kimse de çıkıp "eyvah, patronumuza dokunuldu, ülkemizde medya özgürlüğü büyük tehlike altında!" diye yaygara yapmıyor. Ne garip, değil mi?