Aynı olaya farklı açılardan bakanların savlarını dinlemek konumundaysanız, Nasrettin Hoca'nın durumuna düşmeniz kuvvetle muhtemeldir. Hoca'nın söz konusu fıkrasını mutlaka duymuşsunuzdur...
Kadılık yapan Nasrettin Hoca'nın önüne iki kişi gelir ve birbirlerinden davacı olduklarını söylerler. Hoca önce davalılardan birini dinler ve sonra ona "Sen haklısın" der.
Derken diğer davalı söz alıp, kendi iddialarını seslendirir. Hoca onu dinledikten sonra bu davalıya "Sen de haklısın" der.
Duruşmayı izleyen bir kişi Nasrettin Hoca'nın yanına gelir, itiraz eder,
-Hocam ne biçim bir adalet bu? İki davalıya da haklı olduklarını söyledin.
Hoca bunları söyleyen kişiye şöyle bir bakar ve "Kardeşim sen de haklısın" der.
Nasrettin Hoca modeli
Olayları olabildiğince yorumlamaya çalışanların, galiba zaman zaman Nasrettin Hoca gibi davranmaları gerginliklerin yumuşatılmasına katkı sağlayabilir.
Yargıya intikal eden anlaşmazlıklarda değil ama sosyo-politik anlaşmazlıklarda hangi tarafın haklı olduğunu aramak yerine tarafların haklılıklarını anlamaya çalışmak galiba daha doğrudur.
Benim değerli okurlarım arasında son olaylara böyle yaklaşabilenler var.
30 yıldır yurt dışında yaşayan, Amerika'da doktora yaptıktan sonra McGill Üniversitesi'nde (Kanada) akademisyen- yönetici olarak çalışan Sayın Emine Sarıgöllü'nün mesajından alıntılar yaparak bir örnek vereyim:
Emine Sarıgül'ün gözlemleri
"Bence de Başbakanın coşkulu karşılanması yabancı basın ve kurumlara (mesela McGill Universitesi) iyi bir mesaj oldu, bunu ben birinci elden gözlemledim.
Üniversitede yedi yıl yardımcı dekan olarak görev yaptım ve birçoklarının her şeyi sadece kendi çıkarları açısından görüp değişimi baltalamaya çalıştıklarını gördüm. Yöneticiliğin getirdiği mücadeleden öylesine yıldım ki kontratımı uzatmadım ve araştırmacılığa döndüm. Erdoğan çok güçlü ve mücadeleci bir lider, benim gibi pes etmiyor. Bence Başbakan da öyle olmalı. Erdoğan her protestoda geri adım atsaydı bugün hâlâ ihtilal tehdidi altında, IMF'ye borç içinde, PKK ile çatışmada olurduk ve hükumet de eskisi gibi birkaç zengin işadamı ve gazete patronu emrinde olurdu.
Öfkenin dili mi?
Başbakan değişik çıkar lobilerine çok öfkeli ve onlardan yılmayacağını sert dil kullanarak anlatıyor. Bence bu tamam ama halkıyla konuşurken ve mesela alkol kısıtlamalarını anlatırken daha yumuşak bir dil kullansa keşke. Daha iyi iletişim için çaba ve vakit harcasa keşke.
Örneğin en az üç çocuk ısrarına 18 yaşındaki yeğenim çok kızıyor, 'O ne karışır' diyor. Ben ekonomik açıdan üç çocuğun neden önemli olduğunu anlatınca ona da makul geldi ama 'Neden böyle anlatmıyorlar bize' dedi. O üç çocuk ısrarını hayat tarzına karışma/dayatma diye görüyor. Çok acele ile içte ve dışta çok fazla proje, çok fazla koşuşturma derken hem iletişim aksıyor, hem de yorgunluk oluyor galiba."
Destek ve eleştiri
Bu tür her tarafın haklılıklarını görmeye çalışan sayın okurlarımın mesajlarının tümünü aktarmam yer darlığı yüzünden mümkün değil. Ama Başbakanı destekleyen ve ona haksızlık yapıldığını düşünenler de "İletişim aksaklıklarından" ve Başbakan'ın bazı söylemlerinin belirli kesimler tarafından "Özel yaşama müdahale" biçiminde algılandığını vurguluyorlar.
Sayın Hasan Mert ise Gezi Parkı göstericilerinin söylemlerinden duyduğu hoşnutsuzluğu şöyle dile getirmiş:
"AKP'ye oy vermedim, ancak kendimi eylemi savunanlar içinde de hiç görmedim. Şimdi AKP'ye oy vermeyi düşünüyorum. Sebebi eylemin nefreti körüklediğine, saygısızca, şiddetle, dayatma ile gerçekleştiğine inanmam. Bu düşüncem doğru değil belki. Ancak eylemi gerçekleştirenlerin kendilerini 'Halk' olarak nitelemeleri, halk tarafından başa getirilen iktidara karşı son derece edepsiz bir üslup takınmaları, incitti beni."