Bizim kültürümüzde asgari müşterekleri pek merak eden yoktur.
Genellikle azami nifaklar aranır.
Oysa kültürümüze ithal ettiğimiz kapitalizmin de demokrasinin de en temel öğelerinden biri uzlaşmadır.
Şirket kuran ortaklar birbirleri ile rekabet etmek yerine, güçlerini birleştirip rakipleriyle rekabet ederler.
Ama eğer serbest girişimi ve serbest rekabeti tehdit eden bir durum varsa, rakip şirketler de güçlerini birleştirip, sistemi tahrip edebilecek bu girişim karşısında ortak tutum alırlar. İşin özü budur ve siyasette de bu böyledir.
Hepsi lider olmayı amaçlayan ve aynı görüş sahibi siyasetçiler bir parti kurarlar ve aralarından bir kişiyi lider seçerler.
Artık bu grup siyasetçi için liderlik kavgası değil iktidar olmaya dönük mücadele söz konusudur.
Aile birliği de böyledir
Eğer ülkenin bütünlüğünü, toplumun sağlığını tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa, bu defa rakip siyasi partiler de birbirleri ile mücadele etmek yerine, tehdit karşısında ortak cephe oluştururlar.
Aslında "Aile birliği" de bu kurallara uyarlı olarak sürdürülmez mi?
Her insan ayrı bir dünyadır. Ama bu ayrı dünyaların asgari müşterekleri, ana, baba ve çocuklardan oluşan aileyi, dış dünya karşısında birlikte tutar.
Gerektiğinde kol kırılır ama yen içinde kalır.
Bizim sosyo-politik yaşamımızda, bu söylediklerimiz fazlaca geçerli değildir.
Bizi ne birleştirebilir?
Aynı partiyi oluşturan kadrolar bile ayrılmak üzere olan karı-koca görüntüsünü sık sık vermezler mi?
Veya terör tehdidi bile rakip partileri ortak cephede birleştirebiliyor mu?
Bazen öyle bir görüntü oluşuyor ki, rakip partilerden biri iktidar olduğunda, diğerinin taraftarlarının kendilerini sanki ülkeyi terk etmek zorunda hissedeceklerini sanıyorsunuz.
Churchill "Yurtdışına çıktığımda ülkemi överim, İngiltere'ye döndüğümde de ara verdiğim muhalefet görevime kaldığım yerden devam ederim" demiş zamanında.
İşin hangi yanlışlıktan kaynaklandığını görmemek mümkün değil.
Asgari müşterekler yerine azami nifakları aramak daha çekici geliyor bize.
Çok mu ayrılar ki?
Bir denesek...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan arasındaki görüş farklarını merak ettiğimiz kadar, onları siyasi kader arkadaşı yapan ortak görüşlerini de bir listelesek...
Veya "Erdoğan Hükümeti'nden gelen herhangi bir kararı veya kararnameyi Gül hiç geri çevirdi mi" diye düşünsek.
Yoksa siz Abdullah Gül'ün kendisini İsmet İnönü'nün yerine koyup "Herkesin istikbal diye gördüğü benim için mazidir" diyerek Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmak projesini hafife aldığını düşünenlerden misiniz?
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan'ın beraberliklerini, Kemal Kılıçdaroğlu ile Deniz Baykal'ın birliktelikleri ile sakın karıştırmayın.