Gazeteciliği ve yorumculuğu benim gibi, uzun süredir yapıyorsanız, zaman zaman "Siyasal yaşamımız acaba büyük bir tekrar mı" sorusu aklınıza takılır.
Her alanda devrimsel değişimlerin yaşanılan ve hem toplumların hem de bireylerin yaşamlarına değişimin yansıdığı bu çağda, siyasetin gündeminin değişmemesi tabii ki mümkün değildir.
Belki de siyasetçilerimiz ve siyaseti etkileyen düşünce odakları, yeni durumlara da eski bakış açıları ile yaklaştıkları için "Siyasal yaşamımız acaba büyük bir tekrar mı" sorusu aklıma takılıyor.
"Lider"in tartışılmazlığı veya "Özgürlükler elden gidiyor" benzeri endişeler çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden beri seslendiriliyor.
Kronik gündem maddeleri
"Rejim"i veya "Demokrasi"yi tehdit ettikleri öne sürülen "Komünizm", "Şeriatçılık", "Bölücülük" benzeri olguların etki dereceleri de her genel seçimde ölçüldü ve "Cuntacılık" yanında bunların bir kıymet-i harbiyeleri olmadığı anlaşıldı.
Ama bu tehditleri gündemden indirmeyenler hala fazlasıyla var.
Bir de muhalefetlerin iktidarların meşruiyetlerini sorgulaması alışkanlığı, hala sürmekte.
Aklıma takılan bu tür soruların cevabını 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine dayanan günlerde gerçek bir siyaset filozofu olan rahmetli Turan Güneş'e sormuş ve aldığım cevapları bir kitabımda da yayınlamıştım. (Türkiye'de Darbeler Ve Kavgalar Dönemi/ Birey Yayınları/ 2000)
Seçkinler ve sorunlar
Özlemle ve saygıyla andığım Turan Güneş'in bazı gözlemlerini aktararak "Siyaset bir büyük tekrar mı" sorusuna cevap vermeye çalışayım:
Türkiye'de birçok aydınının kafasında, kendileri de farkına varmadan bir düşünce besleniyor. O da "Milletvekili de kim oluyor" düşüncesidir... Ciddi olarak soruna eğilen anayasacılar ise parlamentoları güçlendirmenin, daha fazla söz sahibi kılmanın yollarını ararlar.
Türkiye'de seçkinlerin kendine özgü tutumları vardır. Örneğin Türk siyasi literatüründe Köy Enstitüleri dehşetli bir solculuk, devrimcilik gibi görünür. Oysa ileri toplum demek sanayileşmiş, kentleşmiş toplum demektir. Köy çocuğunu özel eğitimden geçirip bilgili köy adamı yetiştirmenin ileri bir toplumculuk olduğunu sanmıyorum.
Farklı özgürlükler
Demokrat Parti'nin getirdiği özgürlükçü dünya görüşü biz seçkinlerin özgürlükçü dünya görüşünden farklıydı. Mesela Hüseyin Cahit Yalçın gibi yazarlar hapse atılınca, bizim gibi insanlar için özgürlükler kısıldı.
Oysa büyük seçmen kitlesi için özgürlük jandarmadan dayak yememek, tahsildarın gadrine uğramamak, kaymakamın yanına rahat çıkmak ve ondan kanunsuz bir şey istemekti de.
Kitlelerin liderleri ilahlaştırması zaman zaman doğaldır. Ama "Seçkinler" bizde "Kurtarıcı" yaratmaya kitlelerden daha hevesli görünüyor. Belki Atatürk dönemini yaşamış olmamız bunun nedeni, belki de seçkinlerin bilincinde hala Osmanlı devlet anlayışının izleri var.
Eşitlerin birincisiydi
Adnan Menderes Türkiye'nin lider yetiştirme serüvenine örnektir. Kişisel ilişkilerinde çok mahcup ve nazikti. Kişisel ilişkilerinde böyle müeddep olan bir insanın kitleler karşısında tecavüzkar olması ilgi çekici değil midir?
Menderes DP kurucuları arasında "Eşitlerin birincisi"ydi... Sonra tırmandı.
Adnan Menderes'i tahammülsüzlüğe götüren şey, İnönü'nün muhalefeti değil, İnönü'nün taşıdığı meşruiyetti. İsmet paşa oldukça Menderes siyasi iktidarın tamamına sahip olamayacağını hissediyordu. DP'nin en büyük hatası İsmet Paşa denilen sosyolojik gerçeğin çapını kabul etmemesiydi.
Sayın okurlar... Bu gözlemler 1979 yılında seslendirilmişti. Bunlar bugün de taze değil mi? Mesela kendilerini "İsmet Paşa" zannedenler hala yok mu? Yani bir "Tekrar" galiba söz konusudur.