Televizyonlardaki tartışma programlarını izler ve gazetelerdeki siyasi yorumları okurken, sizin de takıldığınız veya katıldığınız görüşler mutlaka vardır.
Son günlerden birkaç örnek vereyim.
Geçen gün Kanal 24'teki bir tartışma programında Mehmet Metiner iktidara dönük eleştirileri değerlendirirken liberal kalemlerin Başbakan'a ve hükümete yukarıdan baktığını, Başbakan'ın onlar ne söylerse onu yapmasını beklediklerini söyledi.
"Yukarıdan bakmak" olgusu bugüne kadar halkı ve seçmen çoğunluğunu "Bidon kafalı" veya "Karnını kaşıyanlar" şeklinde niteleyenler için söz konusu edilirdi.
Demokratikleşme ve sivilleşme açılımlarında AK Parti'nin icraatına destek veren Metiner'in deyişi ile "Liberaller" halka yukarıdan bakan ve kendilerini "Beyaz Türk" şeklinde niteleyenlerin karşısında açık tutum belirlemişlerdi.
İktidarın bazı söylemlerini ve icraatını eleştirmek, kendi açımdan asla bir tutum değişikliği anlamına gelmez.
Demokratikleşme
Benim açımdan demokratikleşme ve sivilleşme açılımlarında bugüne kadar verdiğim destek sonuna kadar devam edecektir.
Bu ülkede kimsenin kimseye yukarıdan bakacak konumda olduğunu düşünmüyorum.
Aynı şekilde bu toplumda herkesin tek ses çıkartmasının ve ne denilirse denilsin onu onaylamasının da, demokratikleşme ve sivilleşme ile ilgisi olmadığını düşünüyorum.
Yani Mehmet Metiner'in değerlendirmesine takıldım...
İçeriğine takıldığım bir haber de dünkü Vatan'da yer almıştı. Hale Gönültaş imzalı bu habere göre CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, genel seçim sürecinde "ana dil" ve "ana dil yasaklarına" ilişkin partisinin görüşünü 1989 raporundan alıntı yaparak dile getirecekmiş.
Kılıçdaroğlu, konuşmalarında "Resmi dil Türkçedir" görüşünün altını çizecek ancak ana dil yasağına ilişkin yasal düzenlemelerin yürürlükten kaldırılması gerektiğini ifade edecekmiş.
1989'u güncellemek
Hale Gönültaş'ın haberine göre CHP'nin mevcut 1989 Raporu'nun güncellenip kamuoyuna açıklanması ise Haziran 2011 genel seçimleri sonrasına bırakılacakmış.
1930'lu yıllardan bugüne gelmeyi güç bela başaran önemli bir siyasi partinin
"Kürt realitesi" konusunda 1989 tarihli bir rapora kendini endekslemesini anlamak kolay değil.
Düşünün ki 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ertesinde Soğuk Savaş sona erdi,
"Alt kimlikler" tüm dünyada üste çıktı, önce Sovyetler sonra Yugoslavya dağıldı...
Doğu Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği'ne girdiler, Irak işgal edildi, Kuzey Irak'ta devlet benzeri bir Kürt yönetimi oluştu.
Türkiye'de ise 1989'dan bu yana Kürt Realitesi'ne ilişkin gelişmeler yanındaki değişimi listelemeye bu sütun yetmez.
CHP'nin bu 1989 Raporu ne kadar kutsal bir metinmiş ki, yeni bir rapor hazırlamayı kimse göze alamıyor.
Araplar ve demokrasi
Bu arada gözden kaçmaması gereken bir yorumu da dünkü Zaman'da Abdülhamit Bilici "Araplar Değişime Ne Kadar Hazır" başlığı altında yazmıştı.
Bütün araştırmalara göre Arap ülkeleri halklarının büyük çoğunlukla demokrasiye özlem duymalarına rağmen bu ülkelerde despotik yönetimlerin egemen olmasını anlamak gerçekten kolay değil.
Bilici buradan giderek "Tunus'taki gelişme bir istisna mı yoksa Doğu Avrupa'da yaşanan olayların Berlin Duvarı'nın yıkılması ve nihayetinde Sovyetler Birliği'nin parçalanmasına yol açtığı gibi bölgesel bir devrimin habercisi mi" sorusuna cevap arıyordu yazısında.
Bu yazının sonuç paragrafı şöyleydi:
"Bölgedeki demokrasi açığının faturasını İslam'a veya bu bölgede yaşayan halklara kesenlere inat, insanlar değişim ve demokrasi istiyor. Bu arzunun hangi vesayetçi sistemlerle önünün kesildiğine ve hangi uluslararası dengelerin bunda nasıl rol oynadığına bakmak lazım. Tunus'u ve burada başlayan sürecin bölgeye etkilerini izlemek ilginç olacak."