Referandumda kullandıkları "Evet" ya da "Hayır" oylarına göre kendilerini katı çizgilerle birbirlerinden ayrılmış farklı kamplarda görenler, tarihi bir yanılgı içindeler.
Diyelim ki şu anda Türkiye'nin nüfusu 15.5 milyondur.
Herkes seçmen yaşını geçmiştir ve herkes son referandumda "Hayır" demiştir.
Bundan sonra yapılacak çeşitli konulardaki oylamalarda bu 15.5 milyon insan aynı oyu mu kullanacaklardır sanki?
Veya pazar günü "Evet" oyu kullanan 21.8 milyon kişinin tümü, önümüzdeki genel seçimde AK Parti'ye mi vereceklerdir oylarını?
Ya da referandumda Anayasa değişikliğine "Hayır" diyenler, aynı zamanda "12 Eylül'ü de, bütün askeri darbeleri de destekliyorum" mu demek istemişlerdir?
Demek istediğim şu...
Bu bağnazca kamplaşmayı, akıl dışı kin ve nefret üretimini bir yerde durdurmalıyız.
Yani Bursa'da veya Gaziantep'te ya da Kayseri'de "Evet" çok çıktı diye, bu kentlerin insanları İzmirlilerden ya da Antalyalılardan daha mı bilinçsizdirler?
Tek sesli demokrasi olur mu?
Ne Tayyip Erdoğan ne de Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir kamplaşmanın yükünü taşıyabilirler.
Çoğulcu demokrasinin inkârı demektir bu tablo.
Şöyle düşünün.
"Evet" diyenler için ayrı, "Hayır" diyenler için ayrı anayasalar yapılabilir mi?
Ya da referandumda "Hayır" diyen ve vergi borcu olan bir kişi yurtdışına çıkma zamanı geldiğinde "Benim seyahat etme özgürlüğüme yargı değil polis karar versin" mi diyecektir?
Siyasete, topluma ve değişime daha sağlıklı bakabilmenin yollarını ve yöntemlerini hepimiz bulmalıyız.
İstanbul'da herkesin birbirini tanıdığı, Kadıköy vapurunda herkesin birbiri ile selamlaştığı günleri özlemek nostaljik lezzetler taşır, ama o günler yeniden yaşanamaz.
Artık bir elin parmaklarının da eşit olduğunu var saymak durumundayız.
Ayrıca artık 8 yıllık iktidar süresinin bu noktasında AK Parti'nin "Gizli niyetleri" ne değil, icraatına bakmayı denemeliyiz.
AK Parti'nin gizli niyeti
Bu açıdan Herkül Millas'ın Zaman'daki yorumu hepimize ışık tutabilir.
Millas yorumunu şöyle noktalamıştı:
"- Askerî ve bürokratik vesayet geriliyor, halk iradesi temel oluyor, ülke Batı dünyasına entegre oluyor. Ve paradoksal bir biçimde bu yolu açan, sosyal demokrat olan (olması gereken) CHP değil, muhafazakârlardır. Karşılarında ise kendilerine sol, ilerici, demokrat, çağdaş diyenler bulunuyor. Olaya bu açıdan bakınca 'niyetler tartışması'nın anlamı da azalıyor, hatta kalmıyor. AKP'nin niyeti ikincildir.
Uzun vade meselesi
- Şu an çağdaş bir ülke isteyenlerin umudu muhalefette değildir. Tuhaf bir durumdur bu; garabetin müsebbibi de çağdaşlık yolunu on yıllarca seçmemiş olan öteki siyasi güçlerdir. Halkın büyük bir oranı bu durumu sezmektedir.
- AKP'nin muhalifleri eleştirilerini gerçek dünyadan soyutlayarak hayali kötü bir geleceğe kaydırmışlardır demek istiyorum. Belki birileriniz, 'bu gidişin sonunda, uzun sürede ne olur?' diye soracaktır. Bu konuda Keynes gibi düşünüyorum: 'In the long run we are all dead!' (Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız!)