Görüntülerle gerçekler yine karşı karşıyalar. Devletle sadece vergi ve askerlik mükellefi, siyaset ile de yalnızca seçmen olarak doğrudan ilişkisi bulunan sıradan vatandaş Milli Güvenlik Kurulu'nu ve Yüksek Askeri Şûra'yı televizyon haberlerindeki görüntüleri ile bilir.
Bu haberlerde nizamiyelerden polis eskortları eşliğinde kırmızı plakalı "S" kasa Mercedes'ler geçer.
Sonra da görkemli bir salondaki toplantı masasında seçilmiş yöneticilerle generaller, kameralara poz verirler.
Gerisini resmi açıklamalardan ve kulis haberlerinden izlersiniz.
Bu kurumların çalışmalarını ve yetki alanlarını düzenleyen "Yasalar"ın mı yoksa "Teamüller"in mi ağırlıklı olduklarını pek bilmezsiniz.
Mesela yasalara göre MGK bir danışma kuruludur.
Ama teamüllere göre bu kurul bir "Muhtıra" ile hükümet devirmiş ve post-modern darbeyi başlatabilmiştir.
Nankör kedi
Ancak kısa süre sonra da MGK'da bir Cumhurbaşkanı bir Başbakana Anayasa kitapçığı fırlatmış, Başbakan Yardımcısı da Cumhurbaşkanına "Seni biz seçtirdik nankör kedi" diye bağırmıştır.
Bu sırada MGK'nın general üyeleri yerlerinde şaşkın şaşkın oturmuşlar ve salondan çıkan Başbakan medyaya "Ülkede yönetim krizi var" diye açıklama yapmıştır.
Bu olayların sonucu ülke tarihinin en derin ekonomik krizinin patlaması olmuştur.
Sıradan vatandaş için YAŞ denilen kurul da, dediği dedik bir askeri oluşumdur.
Bu kurulda askerler kendi aralarında kimin terfi edeceğine ve kimlerin ordudan atılacağına karar verirler.
Başbakanlar ve Cumhurbaşkanları bu kararları yanlış bulsalar da onaylarlar.
Son dönemde yanlış bulduğu kararlara başbakanın şerh düşmesi bile "Teamüle aykırı" bir davranış olarak sunulmuştu kamuoyuna...
Teamüllere karşı yasalar
Meğer yasalara göre YAŞ'ın asker üyelerinin belirlediği tayin, terfi ve ihraç kararlarının geçerli olması, Başbakan ile Cumhurbaşkanı'nın onayına bağlıymış.
Son olayda kendilerine sunulan terfi ve tayinleri onaylamayınca bu gerçek açığa çıktı.
Türkiye'de hukuku militarizmle karıştıran kesimler de bunun üzerine "Teamül mü yoksa yasalar mı daha ağırlıklıdır" içerikli derin bir tartışma başlattılar.
Gerçeklerin görüntülerin üzerine çıkmasının yarattığı kafa karışıklığı, belli ki bir süre daha bardaklardaki fırtınayı sürdürecek.
Ama bu da doğal.
Çünkü neticede görüntüler de etkiler kitleleri.
Dün Anadolu Ajansı'nın Yeni Zelanda mahreçli bir haberi vardı. Bu haberi hatırlatayım:
Kolbastı görüntüsü
Yeni Zelanda'da yayımlanan Taranaki Daily gazetesinin haberine göre, Hawera'da kebapçı işleten Can, yoldan geçen bir kişinin, Can'ın eşine vurduğu, tekme attığı ve boğazını sıktığı yolunda polise ihbarda bulunması üzerine tutuklandı.
Mahkemedeki savunmasında, karısı Elmas ve iki çocuğuyla "Yıldız" isimli lokantasının önünde "kolbastı" oynadıklarını anlatan Can, "Biz hep böyle oynarız. Karım ve ailemle birlikte dans ettiğim için mutluyum, bunda yanlış olan ne var? Buradaki insanlar kavga ettiğimizi sanıyor, oysa ki biz oynuyorduk. Bu bizim kültürümüz" dedi.
Durum böyle.
Türk siyaset yaşamındaki asker-siyaset ilişkileri normal yasal zemine oturtuluncaya kadar, biz de görüntülere bakıp "Bunlar galiba kolbastı oynuyorlar. Bu bizim kültürümüz" diye bakabiliriz.