Sosyo-politik yaşamımıza egemen olan en ağırlıklı kurumun "Çifte Standartlar Enstitüsü" olduğunu hep vurgularım.
Gözden kaçırdığım bir diğer kurumsal olguyu da Ali Saydam hatırlattı Akşam'daki yazısında.
Buna da "Örtbas Etme Kültürü" diyebiliriz.
Sevgili Ali Saydam yazısında Atatürk'ün hem çok yakın arkadaşı hem de attığını vuran silahşor olarak bilinen "Recep Zühtü Olayı"nı özetlemişti.
Recep Zühtü 1930'lu yıllarda Fatma Medeniye adındaki güzel bir dulla yaşamaktadır. Recep Zühtü güzel dulun beklentilerini yerine getirmeyince, Fatma Medeniye kendisine genç bir dost bulur.
Bu durumu öğrenen Recep Zühtü, Fatma Medeniye'yi Çengelköy'deki evinde bulup, kafasından ve bacaklarının arasından kurşunlar...
Olayın sonrasını Ali Saydam'ın satırlarıyla hatırlayalım:
Çengelköy cinayeti
"Atatürk, olayı duyunca çok kızıyor. Kılıç Ali'ye 'Kanuni icabı yapılmalıdır' diyor. Ama tam o günlerde seçimler var. Recep Zühtü bu hadisenin üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden milletvekili seçiliyor. Peki, cinayet davası ne oluyor? Yakın arkadaşları, Mazhar Osman'dan 'Cinnet halindeyken bu cinayeti işlemiştir, cezai ehliyeti yoktur' yollu bir rapor almaya çalışıyorlar. Doktor, 'Madem cezai ehliyeti yoktur, milletin meclisinde ne işi vardır?' deyip gönderiyor gelen ekibi. Ama asistanı Fahrettin Kerim Gökay istenen raporu tanzim ediyor... Recep Zühtü Soyak beraat ediyor..."
"Örtbas Etme Kültürü"ne çok somut bir örnektir bu Recep Zühtü olayı...
Ali Saydam da yazısının sonunda "Bugün 'örtbas'çılar 'milli kültürümüzün' bir parçası olarak aramızda yaşıyor olabilir mi? Ne dersiniz?" diye sormuş.
Bugün gözaltına alınmaları istenen generallerin ve albayların durumlarının YAŞ'ı nasıl etkilediğini izlerken, bazılarımızın "Darbe girişimleri ve cunta oluşumları görmezden gelinseydi daha doğru olmaz mıydı" dediklerini duymuyor muyuz?
Örtbas etme kültürü
Çünkü gerek Çifte Standartlar Enstitüsü'nün kuralları, gerekse Örtbas Etme Kültürü'nün kriterleri, sosyo-politik yaşamımıza sürekli ağırlıklarını koyarlar.
Emniyet'teki polisler ve müdürler yasadışı girişimlerde yer aldıkları zaman polis ve adliye bunları hemen yakalar.
Ama Türk fiili hukuk anlayışında Silahlı Kuvvetler mensupları, diğer bürokratlardan farklıdır.
Çünkü onlar Cumhuriyet'i koruyup kollarken yasa dışına çıksalar bile, bunlar diğer suçlulardan farklı ele alınır.
"Koruyup kollamak" kapsamında darbecilik de, cuntacılık da olabilir.
Masamın üzerinde Başbakan İsmet İnönü'nün imzasını taşıyan 23 Şubat 1962 tarihli belge var.
Bu belge 21 Şubat'taki 1'inci Talat Aydemir darbe girişimi üzerine hazırlanıp, darbecilere verilmiş.
Çifte Standartlar Enstitüsü
Şunlar yazılı belgede: "Silahlı Kuvvetler başkomutanının emirlerine uymak ve girişilen harekâta derhal son vermek şartıyla, şimdiye kadar kan dökülmemiş olması göz önünde tutularak harekete katılanlar hakkında hiçbir cezai takibat yapılmayacağına Hükümet başkanı olarak söz veriyorum. 23 Şubat 1962-saat 01.00- Başbakan İsmet İnönü"...
Bu belgenin sonrasını hatırlar mısınız?
Talat Aydemir "Silahlı Kuvvetler Birliği" ni kurup, fiili lider oluyor.
Bakanları bu "Birlik" belirliyor, komutanların emekliliğine bu "Birlik" karar veriyor.
Sonra da 21 Mayıs 1963'te de Aydemir 2'nci darbe girişimini başlatıyor.
Bu defa örtbas edilmek yerine idamla sonuçlanıyor Aydemir'in serüveni.
Ne dersiniz?
Çifte Standartlar Enstitüsü ve Örtbas Etme Kültürü korunsaydı, "bu defalık" örtbas edilseydi olanlar ve YAŞ'ın tadı kaçmasa mıydı?