Yaşlılık ne bir rütbedir, ne de bilgeliğin kanıtıdır.
Kaba, umursamaz ve tam anlamı ile "Maganda"nın timsali olan bir kişi yaşlı olsa ne çıkar, genç olsa çıkar ki?
Nice bilge gençler ve nice cahil yaşlılar görmüyor muyuz?
Ama bütün bu durumları örten kavramlar var.
Bu kavramlarla kişilere özgü gerçekleri örtüp, onları genellemeler içinde iyi bir yere oturtuyoruz.
Mesela "Genç" demek yerine "Gençlik" denilince, bundan "Yarınımız" veya "Geleceğe dönük ümidimiz" gibi anlamlar çıkıyor.
Bu kavramlardan biri de "Duayen"dir.
Latincedeki "Decanus" tan kaynaklanan bu kelime, Fransızcada "Doyen", İngilizcede de "Dean" olmuş.
Özellikle bir diplomatlar topluluğu içindeki en kıdemli diplomata "Duayen" denilirken, şimdi tüm mesleklerin kıdemlilerine de "Duayen" denilmeye başlandı.
Bütün yaşlılar duayen mi?
Bu kavram bizim dilimizde ise giderek meslek veya kıdem gözetilmeksizin "Saygın yaşlı" anlamında kullanılmakta.
İsterseniz mesleğinizde hiçbir kayda değer başarınız olmasın, yaşınız belirli sayıyı geçmiş ise "Duayen" olmanız işten bile değildir.
- Duayen siyasetçi.
- Duayen gazeteci.
- Duayen işadamı...
Hani Napoleon'un icadı olan Fransa'nın "Légion d'honneur" nişanı için "Fransızların yarısı buna sahiptir, diğer yarısı da sahip olmak beklentisi içindedir" denilir ya, "Duayenlik" de öyle algılanmaya başlandı.
Sanki bütün gençler sonunda duayen olacaklarmış gibi bir algılama var toplumda.
Oysa "Légion d'honneur"ün de rütbeleri var ve mesela "Grand Cross"a en fazla 75 kişi sahip olabiliyor. Buna karşı Şövalye (Chevalier) rütbesindeki Légion d'honneur nişanı taşıyanların sayısı ise şu anda 113 binmiş.
14'üncü Louis ve Napoleon'dan sonra "Ben" sıfatını "Fransa" anlamında kullanan Fransız olan De Gaulle "Şövalye" bile olamamış Fransızlar için teselli nişanı olarak "Ordre national du Mérite"i icat etmiş.
Ama bunun bile rütbeleri varmış.
Magazinin gerçek duayeni
Yani bu "Duayen"i Türkçe'de kullanırken, her yaşlının aynı rütbeye sahip duayen olamayacağının da bilinmesi gerekiyor. "Bütün bunları neden yazdım" sorusunun cevabına gelince...
Geçen hafta boyunca mesleğimizin önemli dallarından "Magazin gazeteciliği"nin nasıl olması gerektiğini hemen herkes tartıştı.
Medyanın kendinden menkul duayenleri "Bunlar yanlış yapıyor" içerikli kınamalarla genç magazin muhabirlerini eleştirdi.
Türk magazin gazeteciliğinin "Gerçek duayen" lerinden olan Aykut Işıklar ise, Bugün'deki köşesinde konuya öylesine gerçekçi yaklaştı ki, siz sayın okurlarımızın gözlerinden kaçmış olması ihtimaline karşı önlem almak gereğini hissettim.
Şunları vurgulamıştı Aykut Işıklar:
Dün hepsi izindeydi
- Muhabiri işe gönderen sensin. Yazısını alıp kafana göre değiştiren sensin. Başlığı atan sensin.
Fotoğrafı seçen sensin. Hatta giderken ''Şu soruyu sor, kimseyi rahatsız etme, sakın şikâyet gelmesin'' diye tembih etmesi gereken de sensin. Gazete veya TV'yi ziyarete gelen güzel kızı hemen 'genel müdür veya patronun' odasına götüren sensin, hatta mesai arkadaşlarını şikâyete gelecek hoş kızlara yardımcı olan da sensin. O zaman paparazzi çalıştırma. Gelen haberleri kullanma. Niye haberine atlıyor, birinci sayfaya koyuyorsun?
- Ee sonra niye gariban muhabir suçlu olsun? Neden haber veya yazı çıkınca telefonlara çıkmıyorsun? Neden eserinin hesabını vermeyip, garibanı ortaya atıyorsun. "Evet, o haberi ben öyle yazdım. Muhabirin hiç suçu yok. Yalan ise mahkemeye ver" diyen magazin müdürü tanıyor musunuz? Ayıptır söylemesi bir kendimi tanırım. Haber yanlış ise, suçu üstlenen ve hemen doğrusunu halka duyuran, herkesin önünde bin kere özür dileyen...
- Hepsi yıllarca "Aa dün ben izindeydim. Çocuklar koymuş" demiştir.
Bu Pazar'ı da böylece "Herkes duayen midir" ve "Paparazziliğin asıl sorumluları kimlerdir" konularına takılarak geçirmiş olduk.
Hepinize iyi hafta sonları diliyorum.