Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Kamplaşmada rol modeli olmanın dayanılmaz ağırlığı

Uzun yıllardır tanıdığım, sevdiğim, beğendiğim bir meslektaşım var.
Son dönemdeki siyasal kamplaşmada laikçi kesimin sözcülerinden oldu.
Başbakan Tayyip Erdoğan ağzıyla kuş tutsa bile, kendisini ona beğendiremez.
Erdoğan denizin üzerinden yürüyerek Boğaz'ın bir yakasından karşı yakaya geçseydi, bu meslektaşım onu "Yüzme bilmediği için Boğaz'ı yürüyerek geçti" diye eleştirirdi herhalde.
Son dönem kamplaşmadaki rol modeli konumundan ötürü sürekli polemiklerin odağında bulunuyor.
O kendisi gibi düşünmeyenlere giydiriyor, karşı görüştekiler de onu benzetmeye çalışıyorlar.
Geçenlerde bir dost meclisinde ondan söz açıldı.
Ben kendisini çok sevdiğimi, karşıt görüşte olsa bile onun diyalog kurulabilecek bir kişi olduğunu, üstün ve değerli yanlarını vurguladım.
İki gün sonra teklefonla aradı beni.
Özetle şöyle dedi:
-Beni bir toplulukta övmüşsün, sevdiğini ve beğendiğini söylemişsin. Benim de sana karşı duygularım aynı. Ama ne yazık ki sana da bana da bir rol biçildi birileri tarafından. Bu nedenle yazılarımda bunları söyleyemem. Hatta sana sert cümlelerle çatabilirim de. Ancak bil ki, ikimiz de rol modeli olmanın, kamplaşmada bir tarafa yerleştirilmiş olmamızın kurbanıyız. Gerçek kişiliklerimizi ve duygularımızı gizlemek zorundayız.

Hep aynı kamplaşma

Telefon kapandıktan sonra, tabii ki uzun uzun düşündüm.
Geçmişte de böyle durumları defalarca yaşadığımı, çok sevdiğim, değer verdiğim nice dostu bu şekilde yitirdiğimi düşündüm.
Siz de şöyle bir hatırlayın yakın geçmişi.
Bugün aynı siyasi kampta bulunan bazı isimlerin, mesela "Sol-sağ kamplaşması"nda birbirlerinin nasıl kan düşmanı olduklarını hatırlayın.
Askeri müdahaleler döneminde bu kan düşmanlarının askeri cezaevlerinde aynı kaderi (işkence dahil) paylaştıkları görülmedi mi?
Andıçları manşetten veren gazetelerin yöneticileri, andıçlananlarla şimdi birlikte çalışmıyorlar mı?
Rol modeli olmanın sonuçlarından yakınan meslektaşım, bütün bunları düşündürdü bana.
Demek istediğim şu...
Gerek sivil siyasetçilerin ve gerekse bürokratik siyasetçilerin amansız iktidar kavgalarına kapılıp, kraldan fazla kralcı olmaktan kaçınmalıyız.
Tabii ki temel ilkelerimizi savunacağız. Sivil ve çoğulcu demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, temel hak ve özgürlüklerin üst değerler olmasından, her alanda haklı rekabetten, siyasi ve idari şeffaflıktan yana olacağız.
Yargının bağımsız ve tarafsız olmasını, toplumdaki farklılıkların zenginlik olarak algılanmasını, kanun önünde devletle bireyin ve herkesin eşit olmasını, basın özgürlüğünü tabii ki savunacağız.
Laiklik olmadan demokrasinin bir anlam taşımayacağını tabii ki vurgulayacağız.

Bu ilkeler evrenseldir

Ama bilelim ki bunlar, bize karşıt görüşte olan insanlar için de değerli ilkelerdir.
Cuntalara, gizli örgütlere, doktriner ideolojilere ve benzer oluşumlara kendilerini adamış kişiler dışında, hangi partiden ve siyasi eğilimden olurlarsa olsunlar, büyük çoğunluk için yukarıda sıraladığım ilkeler, temel değerleri ifade ediyor.
Ancak siyasal kamplaşmanın kazara tarafı olmuşsanız, bir rol modeli olarak, karşı taraf "ak" derse buna "kara" demeniz kaçınılmazdır.
Bir de bu konumunuzu iktidardan yana olmak ve iktidar karşıtı olmak çizgisine oturtmuşsanız, bu kısır döngüden çıkabilmeniz zordur.
Ancak hiç unutmamalısınız.
Nasıl bozulup havada kalmış hiç uçak yoksa, demokrasilerde de sonsuza kadar iktidarda kalmış hiçbir parti yoktur.
Dünün ezilenlerinin bugünün ezenleri olması, bugünün ezenlerinin yarının ezilenleri olacağı anlamına da gelir.
Oysa temel ilke "Ne ezen- Ne ezilen" olmalıdır.
Kısacası karşıt görüşte olsalar bile, siz veya onlar cuntacı olmadığınıza göre, sevdiklerinizi sevmekten, diyaloğunuzu sürdürmekten ve dostluğunuzu devam ettirmekten utanmamalısınız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA