Toplumlar da bireyler de "Değişim" karşısında iki farklı davranış içinde bulunabilirler.
Birinci tür davranışa, endişe ve hatta korku egemendir.
Değişim sonucu her şeyin kötüye gideceği ve sahip olunanların yitirileceği ürküntüsü belirli toplum kesimlerini ürkütür.
Özellikle "Kurulu düzen"in (Statüko) sahipleri değişimi durdurmaya, engellemeye çalışırlar.
İkinci tür davranışın sahipleri ise, değişimle her şeyin iyiye gideceğini ümit eder.
Değişimi mutlulukla karşılayanlar "Bozuk düzen"in sona ereceğine, herşeyin eskisinden daha iyi olacağına inanırlar.
İster değişimden ürkün, isterseniz değişimi ümitle karşılayın...
Değişmeyen tek şey "Değişim"dir.
Doğum ve ölüm bile değişimin araçları değil midir?
Toplumsal yaşamımıza bakalım isterseniz.
Örneğin Genelkurmay başkanları "Eskiden ne dediysek yine aynı şeyleri söylüyoruz" çizgisinde konuşmalar yapıyorlar. Son olarak Org. Başbuğ da Seyrantepe Karakolu'nda "Güneydoğu sorunu"nun içeriğindeki öğelerden biri olan bölücü terörle mücadele konusunu irdelerken şöyle konuştu:
Ümitsiz olmayalım
- Bölücü terörle mücadelede nerede olduğumuz ne düşündüğümüz gayet açık. En açık olan biziz. Nasıl baktığımız açık ve net. Bunu Zafer Bayramı mesajımızda da bugün de söyledik. 2006'da ne söylediysek bugün farklı bir noktada değiliz. Bugün tekrar söyledik. Ben TSK adına konuşuyorum.
TSK'nın pozisyonu belli. Bu konuda kafalarda sual kalmaması lazım...
Genelkurmay Başkanı'nın bu söylemine takılıp, "Her şey değişse bile derin devlet hem değişmez, hem de değişimi engeller" diye yakınmak mümkündür.
Hatta daha ileri giderek "Madem asker Kürt açılımına karşı mesafeli, o zaman bu açılımın sonuç vermesi de pek mümkün değil" diyebilirsiniz. Oysa olayları daha derinine tahlil ettiğiniz zaman askeri ve sivili ile tüm toplum kesimlerinin değişimden etkilendiklerini ve değiştiklerini görebilirsiniz.
Örneğin yakın dönemlere kadar Güneydoğu'dan gelen şehit haberleri karşısında seslendirilen slogan "Dökülen kanlar yerde kalmayacak" şeklindeydi.
Bugün ise topluma egemen olan slogan "Artık kan dökülmesin" veya "Anaların gözyaşları artık dinsin" şeklinde değil mi?
Tarihi yakınlaşma
Değişimin bir başka yansıması da "Derin devlet"le "Derin millet" arasındaki açıklığın kapanmasıdır.
Bu yakınlaşma demokrasi sayesinde gerçekleşmektedir.
Sonuçta Kürt kökenli vatandaşlarımızın demokratik düzen içindeki siyasal temsilcisi olan DTP, seçilmiş milletvekilleri ile yasama organındadır.
"Kürt realitesi"ni geçmişte "Kürt sorunu"a dönüştüren haksızlıklar, eşitsizlikler ve negatif uygulamalar "Devlet politikası"nın gereği olarak birer birer giderilmektedir.
Bu çözümler gerçekleştikçe, sorunu oluşturan ve PKK'nın varlık sebebi gibi gösterilen maddeler de ortadan kalkacaktır.
Güvenlik ve siyaset
Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve tüm güvenlik güçlerinin bölücü terörle mücadeleyi kesmelerini beklememeliyiz. Sahipsiz ve korumasız bir vatanda yaşamak, derin devletin de derin milletin de kabul edebileceği durum değildir.
Aynı şekilde "PKK'nın silah bırakması" ile TSK'nın teröristlere karşı operasyonlarını kesmesini, birbirlerine endeksli koşullar olarak algılamamalıyız.
Aciz ve güçsüz bir devlet, güvenliğini sağlayamadığı topraklar üzerinde hangi reformu yapmak hakkına sahip olabilir ki?
"Siyasi çözüm" meselesine gelince, bunu iç ve dış konjonktür zorlamakta.
"Değişim" hem bölgeyi hem de tüm dünyayı derinine etkiledi.
Bu değişime Türkiye uyum gösterirken, Silahlı Kuvvetler'in uymaması mümkün değil ki.