İki gün önce vefat eden Osmanlı şehzadesi Ertuğrul Osman Osmanoğlu'yla, Çiğdem Simavi'nin konukları olarak Halas vapurunda Boğaz gezintisi yapıyorduk.
Beyefendi, uygar ve sevimli bir kişiydi.
Halas Dolmabahçe Sarayı'nın önünden geçerken, şehzade şöyle bir baktı Saray'a ve "Çok rahat bir evdi.
Çocukluğumda bahçesinde oynardım" dedi.
Cumhuriyet'ten başka rejim tanımamış ve bu topraklarda tarihin Cumhuriyet'le başladığı inancı ile programlanmış kuşaktan olan bana, Ertuğrul Osman Efendi'nin bu sözleri bir bilim-kurgu romanından alınmış gibi gelmişti.
Siz de farketmişsinizdir.
İnsanlar belirli hayat düzeyine ulaşıp yerleşik aileye sahip olmaya başlayınca, geçmişlerini araştırmaya, soy ağaçları yaptırmaya başlarlar.
Uzak veya yakın geçmişlerinde bir ünlü ya da güçlü akraba bulabildikleri zaman, o soy ağacı birdenbire yaşamlarının merkezi oluverir.
Kendinizi Ertuğrul Osman Osmanoğlu'nun yerine koyun.
Bir soy ağacı çizdirmek için, sizi tanımayan bir uzman kişiyle görüşüyorsunuz.
Dedeniz kimdi?
Uzman size "Dedelerinizden isimlerini bildikleriniz var mı" diye soruyor.
Siz de anlatmaya başlıyorsunuz.
-Baba tarafımdan bilebildiğim en uzak tarihte yaşamış dedelerim, Ertuğrul ve Osman Gazi'lerdir. Bu çizgiden olarak Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman da dedelerimdir. Son olarak tanıdığım ve hatta kucağında oturduğum dedem, o sırada Beylerbeyi Sarayı'nda ev hapsi yaşayan devrik Padişah 2'nci Abdülhamit'ti.
Ertuğrul Osman Efendi'ye dedelerinin isimlerini soran uzmanın şaşkınlığını düşünebiliyor musunuz.
Böyle bir fıkra vardır.
Beni kendimi tekrar etmekle suçlayan ve aynı fıkrayı birkaç yıl arayla iki kez yazdığımda bunu kibarca "Bellek bozulması" olarak niteleyen ve haklı olarak "Tanzimat'ın tarihi 1926 değil 1839'dur" diye uyaran çok dikkatli Sayın okurum Y. Köstem'in affına sığınarak bu fıkrayı yeniden anlatayım.
Resim müzayedesinde bir Osmanlı paşasının yağlıboya portresini almak isteyen kişi, 100 bin liraya kadar artırmaya katılır. Ama tabloyu 120 bin lira veren ve müzayedeye telefonla katılan bir başka kişi satın alır.
20 bin liralık fark
Tabloyu alamayan kişi iki hafta sonra bir villaya akşam yemeğine davet edilir.
Villanın salonunun duvarında iki hafta önce alamadığı Osmanlı paşası tablosunun asılı olduğunu görür.
Ev sahibine "Bu paşanın kim olduğunu biliyor musunuz" diye sorar.
Ev sahibi de "Bu paşa benim büyük dedemdir" cevabını verir.
Bu cevap üzerine güler,
-Eğer benin 20 bin liram daha olsaydı şimdi bu paşa benim dedem olacaktı, der.
Merhum şehzade özel izinle dedelerinin yanına defnedilirken, dileriz birileri sakız haline getirilen "Şeriat tehlikesi var" sloganının yanına "Saltanat tehlikesi de var"ı eklemezler.
Neticede 1'inci Dünya Savaşı'nda yenilen ve monarşi ile yönetilen ülkeler, genellikle cumhuriyet rejimine geçmişlerdir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu gibi Osmanlı İmparatorluğu da cumhuriyet olmuşlardır.
Prensler ve şehzadeler
Ayrıca Rus Çarlığı da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olmamış mıdır?
Batı'daki devrik ya da ayaktaki hanedanların soylarını sürdürenlere "prens" ya da "prenses" deniliyor.
Bizdeki erkek hanedan mensuplarına ise "şehzade" denilmekte.
Kadınlara da "sultan" diye hitap edildiğini biliyoruz.
Ama hüner Napolyon'un yaptığını yapıp, herhangi bir alanda "Benim hanedanım bende başlar" diyebilmektir bu çağda.
Başlangıcı Napolyon gibi yapıp, sonrasını İngiliz kral ve kraliçeleri gibi getirebilmek ise, galiba asıl hünerdir.
İşin sonunu böyle getirebilirseniz, size "Kralların sporu nedir" diye sorduklarında siz de "Kraliçeler" cevabını verebilirsiniz.